Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatı hakkında en kapsamlı bilgiler.
12 Mayıs 2013 Pazar
Atatürk'ün Hayatı - Uzun
19 MAYISTAN CUMHURİYETE
1. BÖLÜM: BİR ULUSAL ÖNDER’İN DOĞUŞU
I. Samsun’da Anadolu Topraklarına Çıkış:
“1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım…”.ı Bu tarihi sözler, Mustafa Kemal Paşa’nın hayat hikayesinde sadece bir dönüm noktasının dile getirilmesi değil, aynı zamanda, bir askeri liderin bir ulusal öndere dönüşümünün de başlangıcını simgeler. Gerçekten; Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a ulaşmadan önce, İstanbul’da geçen üzüntü ve hayal kırıklığı dolu 6 aylık (13 Kasım 1918-16 Mayıs 1919) bir “çözüm arayış dönemi”ni arkada bırakarak o gün, Anadolu toprakları ile kucaklaşır. Bütün varlığını kaplamış olan derin bir sevgi ile bağlı bulunduğu bu topraklar, nicedir aklını ve ruhunu dolduran bir özlemin gerçekleşmesi, daha açık bir deyişle, “vatan nasıl kurtarılabilir?” sorusunda düğümlenen bir ölüm kalım görevinin başarılması için, O’nun gözünde tek umut kaynağıdır.
Atatürk'ün Cemal Paşa ile Yaptığı Yazışmalar
İttihat ve Terakki Partisi’nin lider kadrosunu oluşturan ilk üçü arasında yer alan Cemal Paşa, —Enver ve Talat Paşalarla beraber— 1/2 Kasım 1918 gecesi İstanbul’dan bir Alman gemisiyle gizlice ayrıldıktan sonra Sivastopol’a gelmiş, oradan da kara yoluyla Berlin’e geçmişti. Berlin’de olduğu duyulur duyulmaz, Osmanlı Hükümeti İngilizlerin baskısı ile Alman Hükûmeti’ne başvurarak Talat ve Enver Paşalarla beraber Cemal Paşa’nın da iadesini istemiş; fakat Alman Hükümeti bu isteği reddetmişti. İstanbul’da İttihat ve Terakki liderlerinin yargılanması için 26 Kasım 1918’de bir Divan-ı Harp oluşturulmuş1, bu mahkeme tarafından Cemal Paşa da 13 Temmuz 1919’da gıyaben idama mahkûm edilmişti2.
Atatürk'ün Sahip Olduğu Okuma Aşkı
Atatürk’ün
yüzyılımızın önde gelen kişileri arasında yer almasında, kuşkusuz O’nun askeri
dehası, devlet adamlığı yanında bir düşün adamı olmasının da büyük payı vardır.
Atatürk’ün hayatı boyunca neler okuduğunu, nasıl okuduğunu ancak, yakın
çevresindekilerden ve kendi anılarından öğrenebiliyoruz. 1881 yılında
Selanik’te dünyaya gelen Mustafa Kemal, okuma çağına gelince, babası Ali Rıza
Bey, “Adam olmak için okumak, öğrenmek şarttır. Başka çaresi yoktur.”1
sözleriyle, O’nu okumaya özendirmiştir. Belki de bu sözler, küçük Mustafa’da
okuma ve öğrenme merakının uyanmasında önemli bir etken olmuştur. Daha ilkokul
öğrencisi iken, kitap okumayı, sokakta oynamaya yeğlediğini mahalle arkadaşı Asaf
İlbay’ın anılarından öğreniyoruz.2
Atatürk'ün Eğitim Hayatı
Atatürk’ün
eğitime derinden ilgi duyduğunu, Cumhuriyet eğitiminin düşünsel temellerini
attığını ve bu alanda bazı uygulamalara giriştiğini biliyoruz. Yine bildiğimiz
gibi O, Cumhurbaşkanı olmadığı taktirde Milli Eğitim Bakanı olmayı istediğini
ve “asıl kişiliğinin” öğretmenlik olduğunu, kendisinin milletinin öğretmeni
olduğunu söylemiştir.
Bildirimizin
konusu, Atatürk’ün eğitim görüşleri değildir. O’nun eğitim görüşleri
tarafımızdan ve başka araştırıcılarca birçok kez incelenmiştir. Bildirimizde,
O’nun eğitime derin ilgi duymasının nedenleri ortaya konmaya çalışılacaktır.
Atatürk’ün
eğitim düşüncesinin kökenleri başlıca dört başlık altında ele alınabilir: O’nun
yetiştiği ortam; askerlik mesleğinin O’na kazandırdıkları; Devlet kurucusu ve
başkanı olması; O’nun kişiliğindeki eğitimci özellikler.
Atatürk'ün İttihat ve Terakki Yılları
Atatürk’ün İttihat ve Terakki Fırkası ve İttihatçı liderlerle olan
ilişkisi, yakın tarihimizin üzerinde titizlikle durulması gereken, son
derece önemli konularından biridir.
Önce “Cemiyet”, sonra “Fırka” adını alan; başlangıçta gizli, sonradan açıkça faaliyet gösteren İttihat ve Terakki komitesi hakkında yerli ve yabancı, taraflı, muhalif veya tarafsız birçok araştırıcının yazdıkları eserlerde, bu dönemi yaşamışların hatıralarında, Mustafa Kemal (Atatürk)’in bu siyasî kuruluşla olan ilişkisine —az veya çok— daima değinildiği görülmektedir. Fakat konunun, gerçek ve yeterli bilgi ve belgeler ışığında aydınlatılmış, tam bir tarafsızlıkla sergilenmiş olduğunu söylemek güçtür.
Önce “Cemiyet”, sonra “Fırka” adını alan; başlangıçta gizli, sonradan açıkça faaliyet gösteren İttihat ve Terakki komitesi hakkında yerli ve yabancı, taraflı, muhalif veya tarafsız birçok araştırıcının yazdıkları eserlerde, bu dönemi yaşamışların hatıralarında, Mustafa Kemal (Atatürk)’in bu siyasî kuruluşla olan ilişkisine —az veya çok— daima değinildiği görülmektedir. Fakat konunun, gerçek ve yeterli bilgi ve belgeler ışığında aydınlatılmış, tam bir tarafsızlıkla sergilenmiş olduğunu söylemek güçtür.
Atatürk'ün Cephelerde Verdiği Dört Emir
Atatürk
askerlik mesleğine yönelik, kesintisiz ve sistemli bir eğitim görmüştür. O
tarihlerde kesintisiz eğitim görebilmek herkesin kavuşamadığı bir imkandı.
Atatürk’ten birkaç sınıf önceki ve sonraki öğrencilerin büyük kısmı, harplerin
yarattığı ihtiyaçlar sebebiyle öğrenimlerini tamamlayamadan cephelere görevle
gönderilmişler veya kendileri eğitimlerini yarım bırakarak cephelere
koşmuşlardır.
Ayrıca
Atatürk, ilk, orta (rüştiye), lise (idadi), Harp Okulu ve Harp Akademileri gibi
programları birbirini tamamlayan, batı ölçüleri ile de sistemli bir yapıya
sahip eğitim kurumlarında eğitimini sürdürmüş ve tamamlamıştır. O tarihlerde
İmparatorlukta çok mahdut lise ve birkaç yüksek okul bulunuyordu.
Atatürk'ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi'nin Hayatı
Türkiye’yi
yönetirken ve çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak istediği Türk milletine
önderlik ederken eğitim, öğretim ve öğretmenlere çok önem veren ve özel bir
ilgi gösteren Atatürk’ün yetişmesinde, görmüş olduğu eğitim ve öğretim yanında
ders aldığı öğretmenlerinin de yeri ve rolü büyüktür. Onun ilk ve orta
öğrenimindeki öğretmenleri arasında ilkokul öğretmeni Şemsi Efendi, askeri
rüşdiyedeki Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey, askeri idadideki kitabet
öğretmeni Mehmet Asım Efendi, tarih öğretmeni Topçu Kolağası Mehmet Tevfık Bey1
ile askeri rüşdiyedeki öğretmeni Osman Tevfık Bey2 hatıra başta gelen
isimlerdir.
Avustralya ve Yeni Zelanda Kaynaklarına Göre Atatürk
Anzak (Anzac) sözcüğü, Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu (Australian and New Zeeland Army Corps) kelimelerinin baş harflerinden meydana getirilmiş bir kısaltmadır.
Birinci Dünya Savaşı başlarında bu iki ülkeye ait birliklerin katılmasıyla kurulan kolordu, bu kısaltılmış isimle tarihteki yerini almış, önce Çanakkale’de, daha sonra da Ortadoğu ve Avrupa savaş alanlarında müttefikleri hesabına önemli hizmetler başarmıştır.1
Birinci Dünya Savaşı başlarında bu iki ülkeye ait birliklerin katılmasıyla kurulan kolordu, bu kısaltılmış isimle tarihteki yerini almış, önce Çanakkale’de, daha sonra da Ortadoğu ve Avrupa savaş alanlarında müttefikleri hesabına önemli hizmetler başarmıştır.1
İngiliz Kaynaklarına Göre Atatürk
Atatürk, dünyada, özellikle Batı literatüründe, popüler nitelikte birçok biyografinin kahramanıdır. Bununla beraber; Atatürk ile ilgili eserler, sadece bu alanla sınırlı değildir. Denilebilir ki; modern Türkiye’yi kapsamına alan pek çok eser, dikkatini büyük ölçüde Atatürk ekseni çevresinde toplar.
Tam bir kesinlikle söyleyememekle beraber, incelemek fırsatını bulduğum uluslararası kataloglarda Atatürk ile ilgili eserlerin en büyük sayısını Anglo-Amerikan kaynaklı olanlar oluşturuyor. Ben, gençlik yıllanma da uzanan bir ilgi çerçevesinde, olanaklarım ölçüsünde bu eserlerin önemli denebilecek bir bölümünü gözden geçirmek, ya da incelemek fırsatını buldum.
Geçen yıl (1989), Türk Tarih Kurumu’nda Atatürk ile ilgili olarak yaptığım konuşma, Amerika Birleşik Devletleri kaynaklarına dayanıyordu. Bugünkü konferansımın temelini ise, İngiliz kaynaklı eserler oluşturuyor. Böylece Atatürk hakkındaki Anglo-Amerikan kökenli eserlerdeki görüş ve değerlendirmeleri, mütevazı bir çapta da olsa, bir bütün oluşturacak şekilde sunmuş oluyorum. Bundan da mutluluk duyduğumu hemen belirtmeliyim.
Tam bir kesinlikle söyleyememekle beraber, incelemek fırsatını bulduğum uluslararası kataloglarda Atatürk ile ilgili eserlerin en büyük sayısını Anglo-Amerikan kaynaklı olanlar oluşturuyor. Ben, gençlik yıllanma da uzanan bir ilgi çerçevesinde, olanaklarım ölçüsünde bu eserlerin önemli denebilecek bir bölümünü gözden geçirmek, ya da incelemek fırsatını buldum.
Geçen yıl (1989), Türk Tarih Kurumu’nda Atatürk ile ilgili olarak yaptığım konuşma, Amerika Birleşik Devletleri kaynaklarına dayanıyordu. Bugünkü konferansımın temelini ise, İngiliz kaynaklı eserler oluşturuyor. Böylece Atatürk hakkındaki Anglo-Amerikan kökenli eserlerdeki görüş ve değerlendirmeleri, mütevazı bir çapta da olsa, bir bütün oluşturacak şekilde sunmuş oluyorum. Bundan da mutluluk duyduğumu hemen belirtmeliyim.
Atatürk'ün Azınlıklar Hakkındaki Görüşleri
Osmanlı
Devleti 17. y.y.’dan sonra çeşitli bakımlardan zayıflamaya başlayınca, devrin
bazı büyük devletleri İmparatorluk topraklarını parçalayarak paylaşma yarışına
girmişlerdir1.
20. y.y.’ın
başlarına kadar değişik şart ve şekillerde devam eden bu paylaşma yarışında,
devletin bünyesindeki azınlıkların büyük devletler tarafından bir araç olarak kullanıldıkları
ve kışkırtıldıktan bilinmektedir. Gerçekten de “azınlıklar konusu büyük
devletlerin Türkiye’yi paylaşmalarında kullandıkları araçtan başka birşey
değildi”2.
Atatürk'ün Çanakkale Savaşları'nda Gösterdiği Başarılar
Çanakkale’de
kazanılan zaferin Türk askeri tarihinde müstesna bir yeri vardır. Bu ayrıcalık
Çanakkale Muharebelerinin Birinci Dünya Harbi’nde cereyan eden Türk savaşları
içindeki kronolojik yerinden ve sonuçlarından ileri gelmektedir.
Türk
Ordusunun ebedi başkomutanı ulu önder Atatürk’ün Çanakkale muharebelerinde
gösterdiği askerlik ve komutanlık sanatı da bu savaşlara başka bir anlam ve
önem kazandırmıştır.
Türk Ulusu
bu savaşlarda yaklaşık 85.000 şehit vermiş, ilim ve irfan sahibi yetişkin pek
çok genç evladını kaybetmiştir. Ama devrinin en kuvvetli donanmasıyla
desteklenen düşman kuvvetlerinin Boğaz’ı geçmesine müsaade etmemiş “Çanakkale
Geçilmez” vecizesini kanıyla tarihe yazmıştır.
Biz bu
yazımızda Çanakkale’de cereyan eden savaşların çok kısa bir özetini vermeye ve
Yüce Atatürk’ün bu savaşlarda kazandığı başarıları belirtmeye çalışacağız.
Atatürk'e Yapılan İzmir Suikasti
İzmir Suikasti, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyetinde, büyük önder Atatürk’ün
Türk Milletine maletmeye çalıştığı inkılaplar birbirini izlediği sırada O’nu
öldürmek amacıyla planlanmıştı. Tabii ki o dönemde Atatürk’ün ölmesi Türk
halkının çağdaş olma fırsatını kaybetmesi, laik Türkiye’nin yok olması anlamına
geliyordu.
Bu nedenle, Atatürk ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ne düşman çevreler tarafından bu olay da istismar edilmek istenmektedir. Atatürk karşıtı her türlü hareketi destekleyen bu çevrelerin İzmir Suikasti olayını da kendilerine malzeme olarak görmeleri bu araştırmamızın hazırlanmasında en büyük etken olmuştur.
Bu nedenle, Atatürk ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ne düşman çevreler tarafından bu olay da istismar edilmek istenmektedir. Atatürk karşıtı her türlü hareketi destekleyen bu çevrelerin İzmir Suikasti olayını da kendilerine malzeme olarak görmeleri bu araştırmamızın hazırlanmasında en büyük etken olmuştur.
Tevfik Fikret'in Atatürk'ün Üzerindeki Etkileri
Tarih bir anlamda, büyük adamların eseridir. Milletlerin önemli bir övünme kaynağı da, tarihlerinde yetişmiş olan büyük adamlarıdır. Büyük adamlar yetiştirmiş olan milletler, milletçe, diğer dünya milletlerinin de gözünde yücelirler.
Türk tarihinde de, insanlığın ortak malı olma onuruna erişmiş büyük insanlar vardır. Düşünce, kararlılık, eylem ve öncü kişilik gibi yönleriyle Tevfik Fikret, gerek Türk tarihi ve gerekse dünya tarihi içindeki mümtaz yerini almıştır. ‘Tevfik Fikret kimdir? diye bir soru sorulsa, bu soruya verilebilecek en gerçekçi cevap, sanırım, ‘Türk İnkılabı denilen köklü değişimin tarihsel kökenleri içinde, düşünce alanındaki en büyük temel taşlarından birisidir’ diye verilecek cevap olabilir. Gerçekten de, hiç tereddütsüz söylenebilir ki, Türk İnkılabı’nın önderi, yaratıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce yapısının oluşumunda, en etkili rolü oynayanlardan ve O’na ışık tutanlardan birisi de, Tevfik Fikret’tir1.
Türk tarihinde de, insanlığın ortak malı olma onuruna erişmiş büyük insanlar vardır. Düşünce, kararlılık, eylem ve öncü kişilik gibi yönleriyle Tevfik Fikret, gerek Türk tarihi ve gerekse dünya tarihi içindeki mümtaz yerini almıştır. ‘Tevfik Fikret kimdir? diye bir soru sorulsa, bu soruya verilebilecek en gerçekçi cevap, sanırım, ‘Türk İnkılabı denilen köklü değişimin tarihsel kökenleri içinde, düşünce alanındaki en büyük temel taşlarından birisidir’ diye verilecek cevap olabilir. Gerçekten de, hiç tereddütsüz söylenebilir ki, Türk İnkılabı’nın önderi, yaratıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce yapısının oluşumunda, en etkili rolü oynayanlardan ve O’na ışık tutanlardan birisi de, Tevfik Fikret’tir1.
Atatürk'ün Yemen'e Tayini
Arabistan yarımadasının güneyinde yer alan Yemen stratejik, jeopolitik ve ticari bakımdan büyük bir ehemmiyet taşır. Babülmendep Boğazı, Perim Adası ve Cibuti bu coğrafyanın önemini bir kat daha arttırdığı gibi, Kızıldeniz’e geçişin kontrol altına alınmasını da sağlar1. Mısır Valisi Hadim Süleyman Paşa zamanında H. 945/M.1538’de Osmanlı idaresine bağlanan Yemen, Uzakdoğu’ya uzanan yol güzergahında bulunması sebebiyle XX. yüzyıla gelinceye kadar çeşitli karışıklık ve mücadelelere sahne olmuştur.
Atatürk'ün Kayseri Gezisi ve Kayseri'nin Önemi
Mustafa Kemal Paşa, Milli Devlet kurma yolunda, 19 Mayıs 1919 tarihinde Türk Milli Mücadele Hareketini başlatmak üzere Samsun’a çıktıktan sonra, 22 Mayıs 1919 tarihli ilk resmi raporunda; Türk Milleti’nin yabancı himayesini istemeyeceğini ifade ile Milli Mücadelemizin ve Cumhuriyetimizin kuruluşuna esas olan şu cümleyi dost düşman herkese duyurmuştur. “Millet birlik olup, hakimiyet esasını ve Türklük duygusunu hedef seçmiştir.” 26 Mayıs 1919’da Havzalılar ile yaptığı sohbette ise, Mustafa Kemal Paşa: “Hiç bir zaman ümitsiz olmayacağız ve memleketimizi kurtaracağız.” diyerek, Türk Milletini iç ve dış düşmanlara karşı milli mücadeleye davet etmiştir.
Havza’dan mülki amirlere ve komutanlara göndermiş olduğu bildiriyle işgal hareketlerine ve özellikle İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesine karşı milli gösteriler yapılmasını ve bu gösterilerin Türk ve Dünya kamuoyuna telgraflarla duyrulmasını istemiştir. Bu cümleden olmak üzere; Kayseri’ye de “Ordu Müfettişi Mustafa Kemal” imzasıyla 28 Mayıs 1919 tarihli Havza çıkışlı bir telgraf gelmiştir. Kayserililer, İzmir’in işgalinin tel’in ve protesto edilmesi yolunda, milli mitingler yapılmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa’nın bu tarihi emrine hemen uymuşlar ve miting yapmak üzere teşebbüse geçmişlerdir. Fakat, bu milli teşebbüse, zamanın Kayseri Mutasarrıfı izin vermemiş ve böylece de, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini lanetlemek üzere, ülkenin pekçok yerinde açık hava mitingleri yapılmasına rağmen Kayserililer, bu milli heyecanlardan mahrum bırakılmaya çalışılmıştır. Ancak Kayserililer, İzmir’in işgaline karşı uyanan bu milli heyecanlarını, Kiçikapı semtindeki Aynalı Gazino’da yapılan bir toplantıda ortaya koyarak, Türk Milleti’nin müşterek tepkisine katılmaktan geri kalmamışlardır1.
Havza’dan mülki amirlere ve komutanlara göndermiş olduğu bildiriyle işgal hareketlerine ve özellikle İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesine karşı milli gösteriler yapılmasını ve bu gösterilerin Türk ve Dünya kamuoyuna telgraflarla duyrulmasını istemiştir. Bu cümleden olmak üzere; Kayseri’ye de “Ordu Müfettişi Mustafa Kemal” imzasıyla 28 Mayıs 1919 tarihli Havza çıkışlı bir telgraf gelmiştir. Kayserililer, İzmir’in işgalinin tel’in ve protesto edilmesi yolunda, milli mitingler yapılmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa’nın bu tarihi emrine hemen uymuşlar ve miting yapmak üzere teşebbüse geçmişlerdir. Fakat, bu milli teşebbüse, zamanın Kayseri Mutasarrıfı izin vermemiş ve böylece de, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini lanetlemek üzere, ülkenin pekçok yerinde açık hava mitingleri yapılmasına rağmen Kayserililer, bu milli heyecanlardan mahrum bırakılmaya çalışılmıştır. Ancak Kayserililer, İzmir’in işgaline karşı uyanan bu milli heyecanlarını, Kiçikapı semtindeki Aynalı Gazino’da yapılan bir toplantıda ortaya koyarak, Türk Milleti’nin müşterek tepkisine katılmaktan geri kalmamışlardır1.
Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar
Atatürk’ün boş vakitlerini okuyarak değerlendirdiğini çevresindekilerin beyanlarından ve anılarından biliyoruz. Söylev ve demeçlerinde ve Meclis tutanaklarında değindiği konulardan O’nun birçok bilimsel yayınları incelediği de anlaşılmaktadır.
Alman Kaynaklarına Göre Mustafa Kemal Atatürk
Belgelerde,
esas itibariyle Almanya’nın İstanbul’daki, kısmen de Avrupa’nın önemli başkentlerindeki
temsilcileri, aldıkları istihbarata, gözlemlerine ve yerel basında çıkan
haberlere dayanarak, Kurtuluş Savaşı’nın geleceğini sezinlemeye çalışmakta ve
çeşitli yorumlar yapmaktadırlar.
Elimizdeki
ilk belge, 9 Nisan 1920 tarihlidir ve Almanya’nın Bern büyükelçiliği’nden
A.A.’a gelen rapordur: “Sultan, uyrukları üzerindeki otoritesini ve onların
güvenini kaybetti. İngiltere’nin elinde bir araç olarak görülüyor ve giderek
artan sayıda insan, onun hanedanı için ülkesini riske soktuğunu düşünüyor. Sultan,
İtilaf Devletlerinin barış şartlarını kabul ederken, halkın genel isteklerini
de nazara almalıydı. Ülkenin iç durumu çok üzücü. Genel bir anarşi var. Buna
rağmen gelişmeler görülüyor. Milliyetçiler, Türkiye’nin durumunu garanti altına
almanın kendilerine düştüğünden şüphe etmiyorlar”‘.
Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk
Kurtuluş Savaşı'nı Gerektiren Sebepler:
Türk İstiklal Harbi, çökmekte, parçalanmakta olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları arasından,
devletin özü olan Türk unsurunu ve onun anayurdunu çıkarıp kurtarma mücadelesidir.
İmparatorluk, doğal olarak özdeş ve türdeş değildi. Irkı, dini, dili ve toplumsal yapısı değişik topluluklardan, milletlerden oluşuyordu. Askeri, siyasi, iktisadi ve diğer alanlardaki bazı olumsuz sebepler, bu bünyedeki çatlaklık ve kopuklukları büyütüyor, onarılması zor veya olanaksız duruma getiriyordu.
Türk İstiklal Harbi, çökmekte, parçalanmakta olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları arasından,
devletin özü olan Türk unsurunu ve onun anayurdunu çıkarıp kurtarma mücadelesidir.
İmparatorluk, doğal olarak özdeş ve türdeş değildi. Irkı, dini, dili ve toplumsal yapısı değişik topluluklardan, milletlerden oluşuyordu. Askeri, siyasi, iktisadi ve diğer alanlardaki bazı olumsuz sebepler, bu bünyedeki çatlaklık ve kopuklukları büyütüyor, onarılması zor veya olanaksız duruma getiriyordu.
Atatürk'ün Biyografisi (1923-1928)
1923 – 1928
arası Atatürk ilke ve inkılaplarının temelinin atıldığı ve pek çoğunun
gerçekleştirildiği bir dönemdir. Daha sonraki tarihlerde de bu hareketler yoğun
olarak devam edecek ve Türk halkı tarafından benimsenecektir.
İncelediğimiz
bu dönemde, askeri zafer sonuçlanmış olup, bunun siyasi bakımdan
pekiştirilmesi gerekiyordu. Yeni Türk Devletinin dünyada onur ve şerefini
kazanması ve çağdaş ülkeler seviyesine ulaşması için büyük atılımları yapması
gerekmekteydi. Kısacası, bu dönemde Atatürk, yeni Türkiye’nin temellerini atacak
ve Türkiye’yi çağdaş devletler düzeyine ulaştırma çalışmalarını
hızlandıracaktır.
Atatürk'ün Ankara'ya Geliş Süreci
Mondros
Mütarekesi’nin imzalanması ile başlayan işgal hareketleri, Türk insanını kendi
haklarını korumaya ve Türk vatanını kurtarmaya sevk etmiş, 1918 yılı
sonlarından itibaren bu amaca yönelik olan “Milli Cemiyetler’in kurulmasına
sebep olmuştur. İşgale tepki olarak ortaya çıkan ve kurtuluş çareleri arayan
Milli Cemiyetler başlangıçta zayıf, dağınık ve vatanının bütününü değil, sadece
kendi bölgelerini korumayı düşünmüşlerdi. Sivas Kongresi’ne kadar bu
cemiyetleri kademe kademe birleştirme çabaları milli hareketin bu dönümde en
önemli hedeflerinden birini oluşturacaktır.
Mustafa
Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919 tarihinde Anadolu’ya geçişi ile başlayan direniş
hareketi, ilk ciddi adımını Haziran 1919’da Amasya Tamimi ile atmıştır.
Amasya’da milletin istiklalinin tehlikede olduğu tespit edilmiş, istiklâli
ancak milletin azim ve kararının kurtarabileceği öngörülmüştür. Âmili Mustafa
Kemal Paşa olan Amasya Tamimi’nin en önemli özelliği toplayıcı bir ruh
taşımasıdır1.
Atatürk'ün Gerçekçilik Özelliği
Çağımızın
başarı ile sonuçlanmış ilk ulusal bağımsızlık hareketi olan Türk Bağımsızlık
Savaşı’nın Ulu Öderi Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), hiç kuşkusuz, ulusal ve
evrensel nitelikli büyük bir liderdir. Bu değerlendirmede yalnız olmadığını
için mutluyum. Çünkü; birçok otorite bu görüşü paylaşır. Örneğin; tanınmış
İngiliz tarihçi Lord Kinross, Atatürk ile ilgili kanısını şu kesin ifade ile
belirtir: “… Kemal Atatürk’ün çağımızın en büyük adamlarından biri olduğu
hakkında en ufak bir kuşkum yoktur..?”1. Türkiye ve Atatürk ile ilgili incelemeleri
ile tanınan Amerikalı bilim adamı Prof. Dr. Dankwart Rustow ise, Atatürk’ün
büyüklüğünü şöyle tanımlar: “… Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkiye Cumhuriyeti’ne
dönüşümünde Kemal’in oynadığı rol, Weber’ce (Max Weber) bir terimle, çok kez
karizmatik olarak anılan türdendir. Bir karizmatik lider, izleyicilerinin
gözünde normal insan değer ölçülerini aşan ve onların yararına mucizeler
yaratma yeteneğinde olan bir kişidir… Kemal’in büyüklüğü ülkesinin savunucusu,
Cumhuriyet’in kurucusu ve köklü reformcu, olarak, üçlü başarısında yatar…”2.
Atatürk'ün Latife Hanım ile Olan İlişkisi
Bu yazı ile
sizlere sunduğum konunun dört özelliğine işaret etmek isterim. Birincisi,
Atatürk’ün hayat hikayesinde az işlenmiş bir konuyu ele almış olmam, ikincisi,
rahmetli Latife Uşaklıgil Hanımefendi (1898-1975) ile konuşabilmiş tek gazeteci
bulunmam, üçüncüsü anlatacaklarımın mühim kısmını, Latife Hanımefendi’nin
sağlığında yayınlamış olmam’ ve dolayısiyle söyliyeceklerimin tamamiyle
hakikate uygun oluşunda tereddüt edilemiyeceği, dördüncüsü de 1950 yılında,
bazı sebeplerden dolayı yazmamış olduklarımı açıklamamdır.
1950
yılında, “Zaman” isimli günlük bir gazetede türlü kaynak ve şahıslardan
derlediğim bilgilerle Atatürk’e ait hatıralar yayınlıyordum. Bir gün gazetenin
sahibi Feridun Dirimtekin, beni çağırdı ve Latife Hanım’a ait kısımları
kesmemi, kendisinin telefon ederek çok ağır konuştuğunu sözlerine ilave etti.
Yazılarım büyük ilgi uyandırmıştı. Herhalde yazıların kesilmesini patron da
istememiş olacak ki: “İstersen, kendisini ziyaret ederek müsaade al!” dedi.
Atatürk'ün Katıldığı İlk Savaş
Mustafa
Kemal, 1905 yılında kurmay yüzbaşı olarak ordudaki görevine başladıktan sonra
çeşitli hizmetlerde bulunmuş; 13 Eylül 1911’de İstanbul’da Genelkurmay’da bir
göreve tayin edilmişti 1.
Mustafa
Kemal’in İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleriyle arası açıktı. Bazı
konularda onlar gibi düşünmüyordu. Ordunun siyasetle uğraşmasına kesinlikle
karşıydı. Bunu zararlı görüyor ve bu uğurda mücadele veriyordu. Fakat, o günkü
politikacılar, henüz bu fikrin doğruluğunu kavrayacak olgunluğa
erişememişlerdi. Mustafa Kemal, bunu gördüğü için kendisini tamamen askerlik
mesleğine verdi.2
Amerikan Kaynaklarına Göre Mustafa Kemal Atatürk
Ansiklopedik eserler arasında belgesel bir değer taşıyan Encyclopaedia Britannica, Atatürk’ü “…seçkin bir Türk askeri, reformcu ve devlet adamı…” ‘ olarak tanımlar ve hemen şu değerlendirmeyi ekler: “…Mustafa Kemal’in Türkiye’yi kurtarma mücadelesi, Afrika ve Asya’da doğum halindeki birçok devletin bağımsızlık yolunda çarpışmaları için ilham kaynağı olmuştur…”2. Ansiklopedi, bu değerlendirmesinde yalnız değildir. Bu hususu, Doğu ve Batı literatüründen birer örnekle vurgulamak isterim. Büyük Hint şairi (ve Nobel Edebiyat Ödülü Sahibi) Rabindranath Tagore’e göre: “…Kemal gelip geçmişinin şanlı hatıralarını yeniden yaşatırcasına, önümüze yeni bir Asya modeli koyuncaya kadar, Türkiye’ye Avrupa’nın Hasta Adamı denirdi. Fakat, Kemal’in gerçekleştirdiği bu yeni Asya modeli, Doğu ülkeleri için yeni bir hayat ümidi olmuştur. Bu bakımdan, Kemal’in getirdiği ruh, en yüksek saygıya ve takdire lâyıktır…”3.
Öte yandan, Atatürk ile ilgili incelemeleri ile tanınmış Amerikalı Prof. Dankwart Rustow, Atatürk’ün başarısını şöyle değerlendiriyor: “…Kemal’in büyüklüğü ülkesinin savunucusu, Cumhuriyetin kurucusu ve köklü reformcu olarak, üçlü başarısında yatar…”4.
Öte yandan, Atatürk ile ilgili incelemeleri ile tanınmış Amerikalı Prof. Dankwart Rustow, Atatürk’ün başarısını şöyle değerlendiriyor: “…Kemal’in büyüklüğü ülkesinin savunucusu, Cumhuriyetin kurucusu ve köklü reformcu olarak, üçlü başarısında yatar…”4.
Ziya Gökalp'in Son Saatlerinde Atatürk'ün Göstermiş Olduğu Yakın İlgi
Büyük Türkçü
ve fikir adamı Ziya Gökalp, bir süredenberi hazırlamakta olduğu “Türk
Medeniyeti Tarihi” adlı eserini tamamlamağa çalışıyordu. Yorgundu. Üstelik
sekiz aydanberi, önce İstanbul-Nişantaşında, sonra doktorların tavsiyesi üzerine
taşındığı Büyükada’daki bir evde tedavi görüyordu. Midesinden, böbrek
ağrılarından şikâyet ediyor, ağrıları giderek artınca, konuşmakta güçlük
çekiyordu. Doktoru Âkil Muhtar (Özden)’ın tavsiye ve ısrarı ile 14 Ekim 1924
günü Beyoğlu’ndaki Fransız Hastahanesine kaldırılmıştı. Hatıralarında Dr. Âkil
Muhtar şöyle diyordu:1
Atatürk Orman Çiftliği'nin Tarihçesi
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Paşa, yarattığı büyük inkılâplara bir de ziraat inkılâbını katmak ve Türk milletinin asıl bünyesini teşkil eden geri kalmış köylü ve çiftçi tabakasını çağımızdaki yenilik yollarında yürütmek ve refaha kavuşturmak için bizzat çiftçilik yaparak onlara rehber olmak istiyordu. Bu sebeple, Ankara şehri civarında örnek bir çiftlik kurmak tasavvurundaydı.
Fakat ilgililer, Gazi hazretlerine: “Ankara yazları kurak geçen son derece değişik bir yayla iklimidir, toprağı kireçli, verimsiz, çorak ve kısırdır. Gıda kuvveti zayıf olan bu topraklar, başarılı bir ziraat yapmaya ve her çeşit bitki yetiştirmeye elverişli değildir, burada asla ideal bir çiftlik işletmek mümkün olmaz ve ziyanla neticelenir. Siz İzmir veya Aydın havalisinin toprağı münbit bir yerinde bir numune çiftliği kurarsanız daha iyi edersiniz.” diyorlardı.
Fakat ilgililer, Gazi hazretlerine: “Ankara yazları kurak geçen son derece değişik bir yayla iklimidir, toprağı kireçli, verimsiz, çorak ve kısırdır. Gıda kuvveti zayıf olan bu topraklar, başarılı bir ziraat yapmaya ve her çeşit bitki yetiştirmeye elverişli değildir, burada asla ideal bir çiftlik işletmek mümkün olmaz ve ziyanla neticelenir. Siz İzmir veya Aydın havalisinin toprağı münbit bir yerinde bir numune çiftliği kurarsanız daha iyi edersiniz.” diyorlardı.
Yahya Kemal Beyatlı ve Atatürk'ün İlişkileri
Atatürk’ün
edebiyatla, hele onun en çekici türü şiirle ilk karşılaşması Manastır Askeri
İdadisi (Askeri Lise) ne girdiği 1896 yılında olmuştu. O yıla kadar Mekteb-i
İbtidaiye (İlkokul) de, daha sonra Askeri Rüşdiye (Askeri Ortaokul) de
öğretmenlerin öğrencilere topluca söylettiği ilâhiler, marşlar veya okul
kitaplarındaki methiyeler, mersiyeler gibi kalıplaşmış manzumelerden ayrı, pür
şiiri tanımamıştı. O edebiyattan, şiirden daha çok matematikten, fen
derslerinden hoşlanıyordu. Askeri İdadiye girdikten sonra, Ömer Naci adında
zeki, güzel konuşan, şiire meraklı, hatta şiir yazan bir arkadaşı olmuş, onunla
çok samimi dostluk kurmuştu. Ömer Naci’nin tavsiyesi ile ders kitapları dışında
edebi eserleri okumuş, hoşlanmıştı. Ömer Naci, bir gün Namık Kemal’in okunması
yasaklı şiirlerinden bir tomar vermiş, Askeri İdadi Öğrencisi Selanikli genç
Mustafa Kemal bu şiirlerden pek etkilenmişti. İdadi’de Tevfik Fikret’in
şiirlerini de okuyan Mustafa Kemal, Mekteb-i Harbiye (Harp Okulu) ye geçince
orada artık şiire aşina edebi bir olgunluğa ulaşmıştı. Hatta Fransız şiirinden
hoşlandıklarını Türkçeye çevirmeye başlamış, bunlardan birisi 28 Eylül 1899
tarihli “Malûmat” dergisinde yayınlanmıştı.’ Daha sonraları, 1905 yılında
Sinop’ta yazılan ve 1908 yılında, Şanlı Ordu gazetesinde Mustafa Kemal imzası
ile yayınlanmış iki hamasi şiirin Atatürk’e ait olup olmadığı uzun tartışma
konusu olmuştur2.
Atatürk'ün Çıkardığı Gazete: Minber
1988’de 45. ve 50. ölüm yıldönümlerinde aziz hatıralarını saygı ve
şükranla andığımız Okyar’la Atatürk, gençlik yıllarından son nefeslerine
kadar elele ve omuz omuza aynı saflarda Türk vatan ve milletine büyük
hizmetler etmiş iki samimî silâh ve dava arkadaşının ideal örneğidirler.
Daha önce de konu ile ilgili araştırmalarımızda belirttiğimiz gibi, Türk Millî Mücadelesi ve İnkılâbı Tarihi’nin, Atatürk Çağı’nın ön safta gelen ünlü devlet, diplomasi ve politika adamlarından biri Ali Fethi Okyar’dır.’
Daha önce de konu ile ilgili araştırmalarımızda belirttiğimiz gibi, Türk Millî Mücadelesi ve İnkılâbı Tarihi’nin, Atatürk Çağı’nın ön safta gelen ünlü devlet, diplomasi ve politika adamlarından biri Ali Fethi Okyar’dır.’
Atatürk'ün Almanya Seyahati
BÖLÜM
I
ALMANYA GEZİSİNİN NEDENLERİ
Tarihi Boyunca Türk — Alman İlişkileri
Türk – Alman ilişkilerinin tarihi, en azından sekizyüz yıl öncesine uzanır. XII. Yüzyıl ortalarında, Kutsal Roma – Germen İmparatoru von Hohenstaufen Konrad III., ikinci Haçlı Seferi sırasında Anadolu’ya geldiği zaman (i 147), Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı Mes’ud I. ile çatışmış ol¬masına karşın, onunla dostça ilişkiler de kurmuştu. Ardından Konrad III. in yeğeni İmparator Friedrich Barbarossa I., Üçüncü Haçlı Seferine katıl¬mış, ordusunun başında Başkent Konya’ya kadar gelmişti. Selçuklu Sulta¬nı Kılıç Arslan II. ile Friedrich Barbarossa I. arasında bir anlaşma yapıl¬mış, bu anlaşmaya göre, Türkler, Alman ordusunun Kilikya’ya geçmesine izin vermişlerdi. Ne var ki İmparator Friedrich Barbarossa I., 1190 yılı Haziran ayında Tarsus çayında (Göksu) yıkanırken boğulmuş, bu olaydan sonra başsız kalan Alman ordusu tümüyle dağılmıştı. Ardı ardına iki Al¬man imparatorunun Kudüs’e ulaşmak amacıyla Anadolu’ya gelmiş olma¬ları, hele birinin Anadolu’da ölümü, birçok Alman tarihçilerinin dikkatini “Kleinasien” dedikleri Anadolu üzerinde toplamıştı.
Selçuklulardan sonra Anadolu’da kurulan ve kısa sürede derlenip to¬parlanan Osmanlı Devleti, Orta Avrupa’ya kadar uzandıktan sonra Türk-Alman ilişkilerinin politik düzeyde de olsa yeniden başladığını görüyoruz. Osmanlıların, Avrupa’da en yaygın olduğu XVI. ve XVII. yüzyıllarda, her iki ülke arasında sınır komşuluğu olmamakla birlikte, Avrupa’nın Osman¬lılara karşı birleşmelerinde Alman siyasî topluluklarının yer aldığı, ancak çatışmaların çoğu zaman siyasî anlaşmalarla sonuçlandığı bilinir. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1532 yılında Alman İmparatoru Kari V.’a karşı açtığı sefer de barışla mühürlenmiştir. Osmanlıların İkinci Viyana Seferi ve boz¬gununda, Avusturyalıların yanında Alman dükleri de yer almakla birlikte, iki ülke hiçbir zaman karşılıklı savaş durumuna düşmemiş, ilişkilerini dip¬lomasi yolu ile sürdürmüşlerdir.
I
ALMANYA GEZİSİNİN NEDENLERİ
Tarihi Boyunca Türk — Alman İlişkileri
Türk – Alman ilişkilerinin tarihi, en azından sekizyüz yıl öncesine uzanır. XII. Yüzyıl ortalarında, Kutsal Roma – Germen İmparatoru von Hohenstaufen Konrad III., ikinci Haçlı Seferi sırasında Anadolu’ya geldiği zaman (i 147), Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı Mes’ud I. ile çatışmış ol¬masına karşın, onunla dostça ilişkiler de kurmuştu. Ardından Konrad III. in yeğeni İmparator Friedrich Barbarossa I., Üçüncü Haçlı Seferine katıl¬mış, ordusunun başında Başkent Konya’ya kadar gelmişti. Selçuklu Sulta¬nı Kılıç Arslan II. ile Friedrich Barbarossa I. arasında bir anlaşma yapıl¬mış, bu anlaşmaya göre, Türkler, Alman ordusunun Kilikya’ya geçmesine izin vermişlerdi. Ne var ki İmparator Friedrich Barbarossa I., 1190 yılı Haziran ayında Tarsus çayında (Göksu) yıkanırken boğulmuş, bu olaydan sonra başsız kalan Alman ordusu tümüyle dağılmıştı. Ardı ardına iki Al¬man imparatorunun Kudüs’e ulaşmak amacıyla Anadolu’ya gelmiş olma¬ları, hele birinin Anadolu’da ölümü, birçok Alman tarihçilerinin dikkatini “Kleinasien” dedikleri Anadolu üzerinde toplamıştı.
Selçuklulardan sonra Anadolu’da kurulan ve kısa sürede derlenip to¬parlanan Osmanlı Devleti, Orta Avrupa’ya kadar uzandıktan sonra Türk-Alman ilişkilerinin politik düzeyde de olsa yeniden başladığını görüyoruz. Osmanlıların, Avrupa’da en yaygın olduğu XVI. ve XVII. yüzyıllarda, her iki ülke arasında sınır komşuluğu olmamakla birlikte, Avrupa’nın Osman¬lılara karşı birleşmelerinde Alman siyasî topluluklarının yer aldığı, ancak çatışmaların çoğu zaman siyasî anlaşmalarla sonuçlandığı bilinir. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1532 yılında Alman İmparatoru Kari V.’a karşı açtığı sefer de barışla mühürlenmiştir. Osmanlıların İkinci Viyana Seferi ve boz¬gununda, Avusturyalıların yanında Alman dükleri de yer almakla birlikte, iki ülke hiçbir zaman karşılıklı savaş durumuna düşmemiş, ilişkilerini dip¬lomasi yolu ile sürdürmüşlerdir.
Atatürk'e Yazılan Mektuplar
Atatürk kendisine gönderilen özel mektuplar arasında, belge niteliğinde önemli olanları varsa, bunları bizzat kendi kasasında saklar, bunun dışında kalan mektuplar, yaverleri, Cumhurbaşkanı olduktan sonra da Kâtib-i Umumi (Genel Sekreter) ler ve Özel Kalem Müdürleri tarafından dosyalara yerleştirilirdi.
Atatürk'ün Dış Politika Anlayışı
Atatürk, bir çok konularda olduğu gibi, izlemiş olduğu dış politikada da örnek bir davranış biçimi göstermiştir. Millî Mücadele sırasında savaşı diplomasi ile birlikte yürüterek ülkeye ve halka en az zarar vererek hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. Millî Mücadeleyi izleyen yıllarda ise içeride ve dışarıda izlediği akılcı politikasıyla, ülkede ve dünyada bansın kurulmasına ve sürdürülmesine özel bir özen göstermiş ve bu yolda büyük basanlar elde etmiştir.
11 Mayıs 2013 Cumartesi
Atatürk'ün Dini Kişiliği
Atatürk’ün dini
yönü ya tam tanıtılamadığından ya da iyi niyetli olmayan bazı kişilerin yanlış tanıtma
çabalarından bir takım çevrelerde o bir din düşmanıymış şeklinde yanlış imaj
uyandırılmıştır. Atatürk’ü din düşmanıymış gibi gösterilmesi ya kasıtlıda- ya
da bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Bidat ve hurafeleri dindenmiş gibi kabul
eden bazı kimseler, onun bunları dinden arındırmak için yaptığı çabaları dine
karşı hareketlermiş gibi değerlendirdikleri de bilinen bir gerçektir. Diğer
taraftan dini çıkarlarına alet edenlerin de kendilerinin bu tutumlarına karşı
mücadele veren Atatürk’ü dine karşıymış gibi gösterme çabaları olmuştur. Bir de
Atatürk paralelinde görünerek Atatürk’ü dine karşıymış gibi gösteren bazı
kimseler var ki bunlar da bu tutumlarıyla zararlı olmaktadırlar. Bu durumlar
ise Atatürk’ün dini yönü konusunda zihinlerde karışıklıklar meydana
getirmektedir. Bunun için Atatürk’ün samimi inançlılığı, İslam dininin özüne
bağlılığı, İslam dinine olan hizmetleri her fırsatta topluma anlatılmalıdır.
Atatürk'ün Sanatçı Kişiliği
Devlet kurmak ve onu yepyeni kurumlarla donatmak ince ve zor bir iştir. Önderlik ettiği toplumu bir hamur gibi işleyerek ona yeniden şekil vermek, herhalde bir heykeltraşın sabrından ve çabasından daha az değerli değildir. Heykeltraşın taşa ve tahtaya döktüğü gönlünü Atatürk, ülkesi ve toplumuna harcamıştır. Anadolu’nun yirmibin kişilik bir bozkır merkezinden milyonluk bir başkent yaratma tutkusu ve çabası, ressamın tuvaline aktardığı çizgi ve motifler kadar ince bir zeka ve bu zekanın yansıtılması olayıdır. Sanatın niteliği nasıl ki sanatçının yeteneklerine göre değer kazanıyorsa, bir önderin eseri de onun yeteneklerine göre anlam ve içerik kazanmaktadır. Dünya’da liderliğe soyunan pek çok kimse, sonuçta aynı ve mükemmellikte bir eser ortaya koyabilmiş değildir. Eserin biçim ve niteliği, onu meydana getiren kişinin yeteneği, sezgisi, düşündüklerini uygulamadaki başarısı ve yöntemine göre, iyi ya da kötü olabilmektedir1.
Atatürk'ün Türk Milletine Hediye Ettiği Bayramlar
Millî bayramlar ve anma günleri, hiç şüphesiz, bir milleti oluşturan bireylerin, birlik ve beraberlik duygusunu en yoğun olarak yaşadığı günlerdir. Milleti oluşturan bireyler, bu millî günlerde, millî dayanışma ve birlik ruhu içinde, kendi milletlerine ait olma heyecan ve coşkusunu yaşarlar. Millî ülkülerini değişik platformlarda dile getirmenin ihtiyacını duyarlar. Böyle günlerde, gündelik yaşamın kaygılarından uzaklaşılır, geçmişin sağduyulu bir biçimde değerlendirilmesi yapılır. Kısır görüşler bir yana bırakılır; geleceğe daha yüksek bir idealle bakılır. Bu ruh halinin önemini Gazi Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yıl kutlamalarında verdiği ünlü nutkunda: “Türk Milleti, millî birlik ve beraberlikle bütün güçlükleri yenmesini bilmiştir” sözleriyle açıklar1.
Atatürk'ün Eğitim Konusunda Yaptığı Çalışmalar
Atatürk, toplum hayatını ilgilendiren her konuda öneminden hiçbir şey kaybetmeyen görüşler üretmiştir. Eğitim ise O’nun en yoğun çalıştığı alanlardan biridir… Çünkü O, bir milletin geleceği üzerinde eğitimin oynadığı rolü çok iyi bilmektedir.
Atatürk’e göre, bir milletin hayat mücadelesinde, maddi ve manevi bütün güçlerini artırabilmesi, milli eğitimde yüksek bir düzeye erişmesi ile mümkündür.. Ancak, milli eğitim ile geliştirilecek ve yükseltilecek olan genç dimağların, paslandırıcı, uyuşturucu ve hayali fazlalıklar ile doldurulmasından kaçınılmalıdır.
Atatürk ve Roosvelt İlişkileri
Dışişleri Bakanlığı’nın resmi belgelerine göre, Cumhuriyet döneminde Amerika Birleşik Devletleri-Türkiye diplomatik ilişkileri ilkin 1927 yılı Mayıs ayında Amerika’nın Ankara’ya bir büyükelçi ataması ile başlamıştır. Şöyle ki Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Dr.Tevfik Rüştü Aras’la, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Frank B.Kellog’un 1927 yılı başlarında Cenevre’de biraraya gelmelerinden sonra iki ülke arasında o güne kadar konsoloslukları aracılığı ile yapılan ticari, siyasi ve kültürel her türlü ilişkinin bundan böyle her iki ülkenin başkentleri olan Ankara ve Washington’da büyükelçilikler kurarak diplomasi kurallarına uygun bir biçimde büyükelçilikler eliyle yürütülmesi kararlaştırılmıştır.
Bu karar gereğince ABD Ankara’ya Joseph Grevv’u Büyükelçi sıfatıyla göndermiştir (Mayıs 1927). Joseph Grew, 12 Ekim 1927’de, ABD Cumhurbaşkanı Calvin Coolidge’nin imzasını taşıyan itimatnamesini Atatürk’e sunmuştur. İtimatnamede Başkan Coolidge, Atatürk’e en iyi dileklerini bildirmekte ve Büyükelçi Grew’un iki dostu ülke ilişkilerinin devamına çalışacağı ifade edilmektedir.
Atatürk'ün Tokat'a Yaptığı Geziler
Büyük
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcından ölümüne kadar 6 defa Tokat’a
gelmiştir. Tokat’a ilk gelişi, 26 Haziran l919 tarihine rastlar ve her yıl
Atatürk’ün Tokat’a gelişinin yıl dönümü olarak büyük ve coşkulu törenlerle
kutlanır. 17 Ekim ve 27/28 Ekim 1919 tarihlerinde de birer kez olmak
üzere toplam 3 defa çeşitli nedenlerle bu ilimize yapılan geziler, ülkemizin en
sıkıntılı ve zor günlerinde gerçekleşmiştir. Bir taraftan İstanbul Hükümeti ve
işbirlikçilerinin baskıları, diğer taraftan Anadolu halkının uzun yıllar
boyunca yaşadığı sıkıntılar ve geleceğe ilişkin duyduğu kaygılar. Kurtuluş
Savaşı’nın meşruiyeti ve kaçınılmazlığını anlatmak gereği, yapılan bu gezilerin
önemini bir kat daha artırmaktadır.
Atatürk'ün İletişim Konusundaki Başarıları
Olağanüstü yeteneklerle donatılmış, karizma sahibi, çekici ve etkileyici insanlar doğanın insanlığa armağanlarıdır. Bu insanların yaşamlarındaki parıltı, görkem aslında zorlu bir çilenin, emeğin ve çabanın üzerine örülmüş yaldızlı bir kılıftır. Onların eserlerindeki ihtişam, ideallerindeki yücelik, doğalarındaki değerli hammaddeden çok; bu hammaddeyi işleyen keskin zeka, yüksek bilgi düzeyi ve deneyimin sonucudur. Bu insanlar çok nadiren insanlık tarihinde görülürler ve daha yaşarken kahramana dönüşürler. Öldükten sonra da efsaneleşirler. Eserleri sonsuza dek yaşar. Onların başarıları çok geniş kitleler tarafından onaylanır, benimsenir, savunulur. Çünkü bu insanlar, yakın ya da uzaktaki bütün insanlarla çok yoğun, olumlu ve başarılı iletişim süreçleri yaşamışlardır. İnsanları anlamışlar ve kendilerini onlara anlatabilmişlerdir.
Atatürk'ün Ekonomi Alanında Sağladığı Başarılar
Tarihi araştırmalar, Türkler’in ekonomiye çok yatkın ve son derece başarılı uygulamalar gerçekleştirmiş bir geçmişe sahip olduklarını göstermiştir. Coğrafi konumlan itibariyle tarihi ticaret yollarını ellerinde bulunduran Türkler, bunu en iyi şekilde değerlendirmesini bilmişler ve ticari alandaki üstünlüklerini daima kabul ettirmişlerdir.
Fakat elimizdeki bu imkanlara rağmen Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde politika, yanlış yürütülen siyasi, ekonomik sistemler yabancı ülkelere verilen sınırsız imtiyazlar sonucunda, yeni kurulacak olan Türk Devletine ekonomik ve siyasi bağımlılığını tamamen kaybetmiş bir devlet mirası kalmıştı.
Atatürk'ün Tarih Konusundaki Düşünceleri
XIX.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren bazı Osmanlı aydınları milliyetçilik
düşüncesinden etkilenmişti. Bu aydınlara göre devletin kurtuluşu,
dayandığı asıl zümre olan Türklerin her alanda ön plana çıkarılmasıyla
gerçekleşebilirdi. Onlara göre Türkçülük mutlaka benimsenmeli ve uygulamaya
konulmalıydı. Çünkü devletin hakimiyeti altındaki diğer uluslarla
karşılaştırıldığında kendine verilen görevi eksiksiz yerine getiren ve cepheden
cepheye koşanlar sadece Türklerden oluşmaktaydı1. Bu nedenle o zamana kadar
küçümsenen, pek dikkate alınmayan Türkler2, devlet kurumlarında hak
ettikleri yerlere gelmeliydi. Bu düşünceler kimi zaman gündeme geldiyse
de Osmanlı Devleti varlığını devam ettirdiği sürece tam bir uygulama
alanı bulamamıştır3.
Atatürk'ün İmza Attığı Opera: Özsoy
“Özsoy”, Ahmet Adnan Saygun’un daha 27 yaşındayken ve 2 ay gibi akıl almaz bir sürede bestelediği Cumhuriyet tarihimizin seslendirilmiş ilk opera eseridir. Librettosu1 Münir Hayri Egeli tarafından kaleme alınmıştır. Üç perdelik, dramatik türde bir opera olarak bestelenmiş olmakla birlikte, 1982 yılında Atatürk’ün 100. doğum yıl dönümü nedeniyle, tam 48 yıl sonra tekrar sahnelenmesi gündeme geldiğinde Saygun, bu 3 perdelik operayı, bir perdelik özet hâline getirmiştir. “Özsoy”un üvertürünün başlangıç akorlarında2, bestecinin çok sağlam ve özgün müzik karakterinin şaşırtıcı olgunluktaki ilk izlerini görüyoruz. Daha ilk akorlarda eserin mistik yapısını hissetmek mümkündür. Bu sade ve yoğun anlam yüklü yapı dikkat çekicidir.
Atatürk'ün Sağduyululuk Özelliği
Türk Milleti, Türk tarihinin en zor, karanlık ve ümitsiz bir döneminde, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, Türk Devrimi gibi bir mucizeyi gerçekleştirebilmiştir. Bu büyük tarihsel olayda, Mustafa Kemal Atatürk’ün tek dayanağı, Türk Milleti’nin sağduyusu olmuştur. Artık Türk Milleti’nin varlığının sona ermek üzere olduğunu, Avrupa’dan sürülüp Asya bozkırlarına göndermeyi düşünen emperyalist güçler, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk Milleti’nin direniş ve şahlanış mücadelesini gördüklerinde, hem şaşırmış hem de bunun bir çılgınlık olduğunu düşünmüşlerdi. Milli Mücadele’nin örgütlenme safhası hızla devam ederken ve Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde, milleti ilgilendiren tarihi kararlar alınırken bile, batılılar uzun süre, bu hareketin başarılı olacağına inanmamışlardı. İngiliz gazeteleri, Ankara’dan gelen direniş haberleri üzerine; “Ankara bataklığının ortasında kurbağa sesleri duyulmaya başlamıştır!” diye yorumlar yaparlarken, Erzurum Kongresi sırasında Mustafa Kemal Paşa ile görüşen General Harbourd; girişilen direniş hareketinin imkansız olduğunu anlatmak için; “Zaman zaman insanların intiharına şahit olduk; şimdi de bir milletin intiharına mı şahit olacağız?” Diye soruyordu.
Atatürk'ten İsmet İnönü'ye Pek Bilinmeyen Bir Mektup
Mustafa
Kemal Atatürk, gerek Kurtuluş Savaşı sırasında gerekse Türkiye Cumhuriyeti
kurulduktan sonra çok sayıda yurt gezisine çıkmış ve büyük önem verdiği bu
gezileri yaşamı boyunca sürdürmüştür1. Amaçları ve gerçekleştikleri tarihler
dikkate alındığında bu geziler genel olarak Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet
dönemi gezileri olmak üzere iki başlık altında incelenebilir. Türkiye
Cumhuriyeti Tarihi içinde önemli bir yere sahip olan bu gezilerin ciddi bir
şekilde araştırılması ve incelenmesi; ortaya çıkacak sonuçların ilgililerin
bilgisine sunulması gerekmektedir.
Atatürk'ün Amasya Tamimi ve Amasya Tamimi'nin Tarihi
Mondros
Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Atatürk’ün Samsun’a çıktığı tarihe
kadar Musul İngilizler, Antalya ve çevresi İtalyanlar, Adana, Antep, Maraş ve
Urfa önce İngilizler, daha sonra Fransızlar ve İzmir başta olmak üzere Batı
Anadolu bölgesi, Yunanlılar tarafından işgal altına alınmıştır.
Yine Mondros
Ateşkes Antlaşması’ndan sonra Amasya Tamiminin yayınlanmasına kadar İstanbul’da
Ahmet İzzet Paşa, I. ve II. Tevfik Paşa, I ve II. Damat Ferit Paşa kabineleri
olmak üzere toplam beş hükümet iş başına geçmiştir.
Atatürk'ün Konya'ya Yaptığı Gezi ve Ziyaretler
Büyük Önder Atatürk; “Asırlardan beri tüten bir nurun ocağı ve Türk kültürünün esaslı kaynaklarından biri” olarak kabul ettiği Konya’ya bir çok defa ziyaretler yapmıştır. Konya, Büyük Atatürk’ün İstanbul ve İzmir’den sonra en çok geldiği ve ziyaret ettiği mutlu şehirlerden biridir. Büyük Atatürk, Milli Mücadele’nin başlangıcından ölümüne kadar olan süre içerisinde Konya’ya 13 defa gelmiş ve bu gelişlerinde toplam 33 gününü Konya’da geçirmiştir.
Atatürk'ün Manisa'ya Yaptığı Ziyaretler
Atatürk’ün dikkate değer özelliklerinden birisi de; Milli Mücadele döneminde ve Cumhuriyet’in ilanından sonra Türk halkıyla olan yakın diyalogudur. Atatürk; önemli her olaydan inkılaptan önce veya sonra çıktığı yurt gezileriyle kamuoyunu aydınlatmayı prensip haline getirmiştir. Bu; halkın desteğini kazanmak olduğu kadar halkı bilgilendirmek bakımından da önemlidir.
Atatürk'ün Hümanizm Anlayışı
Avrupa’da, Orta Çağ’dan Yeni Çağ’a, yani “yeniden doğuş” anlamına gelen Renaissance’a geçiş, bu dünyadaki yaşamı hiçe sayan, insanı zavallı, sefil bir yaratık olarak gösteren kilise dogmasından aklın ışığıyla aydınlanan bir kültür çağına giriştir. Renaissance düşünce aşaması, Orta Çağ’ın, “insanı ahlaksız ve öteki dünyanın yanında bu dünyayı sefil bulan”, teokratik düşünce sistemine karşı bir başkaldırıydı. Bu çağ, insanın özvarlığı ve çevresiyle ilişkisi yönünden bir yeniden doğuştur. Orta Çağ’ın dinin hizmetinde olan kültürü yerine, bağımsız, yalnızca kendine dayanan, konusunu ve amacını kendisi belirleyen bir kültür ortaya çıkmıştır. Doğruyu bulmuş olduğuna inanan Orta Çağ skolastiğine karşılık, Renaissance düşünürü için doğru bulunmuş değildir, belki de sonsuza dek araştırılacaktır, araştırılması da gerekir, Renaissance’taki büyük buluşlara ve (teleskop, güneş sistemi üzerine ilk önemli doğrular, pusula, kitap basımı vb.) keşiflere (Amerika kıt’ası, yeni deniz yolları vb.) yol açmada bu araştırma coşkusunun da payı olmuştur.
Atatürk'ün Eğitim Politikası
Atatürk’ün eğitim liderliğini eğitime ilişkin doğru gözlem ve tespitlerde bulunması, eğitimle ilgili ilkeler getirmesi, köklü değişiklikler gerçekleştirmesi, öğretici kişiliği ve eğitim uygulayıcısı olmasında görmekteyiz.
Atatürk Döneminde Tarım Politikası
Bir ülke düşünün ki nüfusun % 80’i okuma, yazma bilmiyor, % 9O’ı çiftçi, 780.000 km2 yerde 13.000.000 kişi barınıyor ve düşünün ki bu ülke halkı Balkan, Çanakkale, I. Dünya ve sonunda İstiklal Savaşı’ndan çıkmış yorgun, bitkin bir toplum. Bu ülke halkı böyle bir durumda bir çok gereksinmeler içinde kıvranmakta… Ülkenin kalkınması, birçok engelleri aşması, yeter düzeyde üretim yaparak beslenmesi gelişmiş ülkelerce hiç beklenmiyor. Fakat bu toplum içinde Türk Milletinin özünde ilerleme aşkı olduğunu bilen ve Türk tarımının kalkınması için belli ilkeleri saptamış büyük insanlar da var. Bu insanlar, bir avuç aydın olsalar bile, milletiyle bütünleşme yollarını bilen insanlar; Bu aydınlar hudut boylarında ve yurt içindeki alevleri söndürmeye ahdetmiş kişilerdir. Bu aydın kişilerin içinde gençliğinden beri Türk halkının daha iyi bir yaşama kavuşması için zihninde çağdaş kurallara dayalı amaçları biriktirmiş biri var. O da son yüzyılların başka ulusların tarihinde yer almamış bir büyük kumandan, devlet adamı yüce Atatürk. Evet yüce Atatürk ve arkadaşları bu ümidini yitirmiş yorgun halk kitlesi önünde yurtseven insanlar olarak yaptıkları çalışmalarda bir takım ulusal ilkeler belirlemişlerdir. Bilinmektedir ki Atatürk İlkeleri açık bir dünya görüşüdür. İnkılaplarının güç kaynağı bilime ve gerçekçiliğe dayanır. Bu dünya görüşü batılaşmayı amaç olarak seçmiştir. İşte bu amaçlar çerçevesinde demokratik, laik temelli politikalar saptanmıştır. Tarım Politikası da akıldan ve ilimden kuvvet alan bir dinamizm içerisinde uygulamaya konulmuştur.
Atatürk'ün Cumhuriyet Fikrinin Doğuşu
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetim şekli olan ‘cumhuriyet’in içeriğini ve önemini günümüzde yeniden hatırlamak mecburiyetindeyiz. Bu dönemleri hatırlayan veya önemini kavramış Türk aydınlarının hatırlatmalarına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Zira, Cumhuriyet’in beşiği olan Fransa’da bile bu kavram zamanla unutulmuştur. Bunun üzerine, ondokuzuncu yüzyıl sonlarında, bir Fransız bilim adamının ‘Cumhuriyet fikri eğitimli kişilerin hatıralarında mevcuttur. Oy isteyenler yani politikacılar bu görüşü hatırlamazlar, hatırlamak için bir mantığa da sahip değillerdir. Bu, eğitimli, aydın kişilerin hatırlatmalarına bağlıdır’ demiştir. Hakikaten, zamanımızda Atatürk’ün cumhuriyet kavramından neler anladığını hatırlatmak gereklidir. Bu hatırlatmalar, Türkiye’yi yönetenler veya ileride yönetecek olanlar için son derecede gerekli ve faydalı olacaktır.
Atatürk Diktatör müydü?
Bazıları onu bir diktatör olarak kabul ederler, bazıları ise bu görüşü kesinlikle reddederler. Bulgar fikir adamı Paruşev’e göre, “her iki tarafın da hakkı vardır. O, bir diktatör değildi, ama gerektiğinde diktatör gibi davranmasını bilmiştir. Onun kişiliği tarihteki diktatörlerin tipik yanları ile bağdaşmaz. Yönetimlerini koruyabilmek için zulmü seçen diktatörler vardır. Mustafa Kemal, kendi kişiliğini aşan amaçlarını gerçekleştirmek için diktatörce yollardan yararlanmıştır. Kişiliğinde kimi kez görülen dalgalanmalar hiçbir zaman bu ya da öteki tez için kanıt olarak alınamaz. Tarihte, kişilerin özel hayatında dalgalanmalar, toplum içindeki rollerinde karar verici unsur olamaz. Onlar yalnızca hayatının değişik renkleri olabilir. Önemli olan amaçtır, önemli olan amaca eriştirecek yöntemdir, önemli olan sonuçtur.”43
Atatürk'ün Devlet Adamı Olarak Özellikleri
Atatürk’ün kendisine büyük devlet adamı vasfını kazandıran bazı özellikleri vardı. Bu özelliklerinden, çok önemli bazılarını ele alarak ortaya koymaya çalışacağız.
A. Karar Verme Nitelikleri
Atatürk, süratli, kesin ve isabetli karar vermekte mahirdi. Onun kararları plana ve hesaba dayanır, hiçbir şeyi tesadüfe bırakmayarak ihtiyatlı hareket ederdi.
Mustafa Kemal cesurdu; çünkü yapacağı işlerde muvaffak olmak için, bütün şartların hazırlığını tamamlayarak ve karşısındakinin neler yapabileceğini hesap ederek, onlara karşı tedbirli hareket etmeyi önceden kararlaştırırdı. Örneğin, Büyük Taarruz’a karar verdiği zaman planlarını tespit ettirirken, düşman kuvvetlerinin mukabil ne gibi hareketler yapabileceğini hesap ettiği ve en kötü ihtimallere göre dahi, tedbirler almayı önceden düşündüğünü söylemiştir. 10
A. Karar Verme Nitelikleri
Atatürk, süratli, kesin ve isabetli karar vermekte mahirdi. Onun kararları plana ve hesaba dayanır, hiçbir şeyi tesadüfe bırakmayarak ihtiyatlı hareket ederdi.
Mustafa Kemal cesurdu; çünkü yapacağı işlerde muvaffak olmak için, bütün şartların hazırlığını tamamlayarak ve karşısındakinin neler yapabileceğini hesap ederek, onlara karşı tedbirli hareket etmeyi önceden kararlaştırırdı. Örneğin, Büyük Taarruz’a karar verdiği zaman planlarını tespit ettirirken, düşman kuvvetlerinin mukabil ne gibi hareketler yapabileceğini hesap ettiği ve en kötü ihtimallere göre dahi, tedbirler almayı önceden düşündüğünü söylemiştir. 10
Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihi ve Atatürk Dönemi
Amerika Birleşik Devletleri ile Osmanlı imparatorluğu arasındaki ilk “resmî” ilişkiler 1830 yılında iki devlet arasında imzalanan Ticaret ve Seyr-i Sefain Anlaşması ile başlamıştır. Bunun arkasından 1874 yılında da bir Suçluların iadesi Anlaşması yapılmıştır. Bu şekilde iki devlet arasında düzenli ticaret ilişkileri başlamakla beraber, herhangi bir şekilde “siyasal” ilişkiler söz konusu olmamıştır. Bunun da sebebi, Amerika’nın 1823’ ten beri uyguladığı Monroe Doktrini ile, Avrupa’nın siyasal ilişkilerine bulaşmaktan kaçınma politikası izlemekte olmasıydı.
Atatürk'ün Sivas'ı Ziyareti
İç Anadolu’nun doğusunda Kızılırmak ovasının dağlarla birleşen kuzey yamacında kurulmuş olan “Sivas” 1285 metre yüksekliğinde olup, isminin Roma dönemindeki “Sebastia”dan geldiği kaynaklarda belirtilmektedir.1
Şehrin yerleşim açısından Selçuklu Sivas’ının, Roma Sebastia’sının yerinde mi veya başka yerde mi, kurulduğu kesin olarak tesbit edilememiş ise de şehrin, diğer Anadolu şehirleri gibi Türkler tarafından tamamiyle ye¬niden inşa edildiği şüphesizdir.2
Şehrin yerleşim açısından Selçuklu Sivas’ının, Roma Sebastia’sının yerinde mi veya başka yerde mi, kurulduğu kesin olarak tesbit edilememiş ise de şehrin, diğer Anadolu şehirleri gibi Türkler tarafından tamamiyle ye¬niden inşa edildiği şüphesizdir.2
Atatürk Döneminde Eğitimin Ekonomik Hedefleri
En temel insan haklarından birisi olarak kabul edilen eğitim, bir toplumun geleceği için bireylerde oluşturulmaya çalışılan davranış değişiklikleridir. Bir toplumun geleceğinin oluşturulmasında, yeniden yapılanmasında veya mevcut ekonomik-siyasi yapının pekiştirilerek devam etmesinde ve bu amaç için çalışacak yeni kuşakların yetiştirilmesinde büyük bir öneme sahip olan eğitim, bireye toplumun o ana kadar oluşturduğu kültür ve gelenekleri aktarmakta, ayrıca ona yaşama becerisi ve bilgisi kazandırarak bireyi toplumsallaştırmaktadır. Eğitim, toplumdaki bireylere değerleri, idealleri ve ideoloji aşılayarak onları siyasi düzene bağlı birer vatandaş haline getirme işlevi görür. Bireyin topluma uyum sağlama süreçlerinde eğitimin vazgeçilmez öneme sahip olması siyasi aktörlerin eğitime ilgi göstermesine neden olmuştur. Bu amaçla eğitim için kontrollü mekanlar oluşturulmuş, hazırlanan eğitim programları, resmi olarak görevlendirilen öğretmenler tarafından bireylere aktarılmaya başlanmıştır. Toplumsal ve kültürel değerlerin yanı sıra devletin dayandığı temel felsefe, ideoloji ve ilkelerin çeşitli ders ve etkinliklerle iletilmesi görevi resmi olarak okullara verilmiştir1.
Atatürk'ün Adana Ziyareti ve Adana'da Yaptığı Konuşmalar
“Efendiler, bende bu vakayiin ilk teşebbüs hissi bu memlekette, bu güzel Adana’da vücut bulmuştur.”1
Atatürk, milli mücadele ilhamını aldığı, “Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır” dediği Akdeniz bölgesinin en mühim şehri olan Adana’ya özel bir önem vermiş, bölgeye yönelik ziyaretlerinde mutlaka uğramış, halkın her kesimi ile temas etmeye özen göstermiştir. Daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce başlayan bu ziyaretler değişik vesilelerle daha sonraki yıllarda da devam edecektir.2 Atatürk bu gezilerinin bilhassa ikisinde etkileri ve geçerlilikleri bu günlere kadar uzanan temel uyarılarda bulunmuşlardır. Bunların ilki silahlı mücadelenin ardından başlayacak siyasi hayatın hemen öncesinde Türk halkının her kesimine fikirlerini aktarmak üzere yaptığı 15–17 Mart 1923 tarihleri arasındaki ziyaretidir. İkincisi ise istenilen hedefe ulaşamayan Serbest Fırka deneyiminden sonra ülke çapında yaşanacak siyasi ve sosyal politika değişmeleri hakkında halk ile istişarelerde bulunmak için 15–18 Şubat 1931 tarihleri arasında yapılmıştır. Gençlerle, halkla, çiftçilerle, esnaflarla, öğretmenlerle, kısaca toplumun her kesimi ile yaptığı konuşmalarında Atatürk, milli birlik ve beraberliğimizi koruyarak çağdaşlaşma hedefine ulaşma mücadelesinde geçerliliğini bugün de koruyan, önemli mesajlar vermişlerdir. Bu çalışmada Adana ziyaretlerinin güzergahı hakkında bilgi vermek yerine yaptığı konuşmalarda üzerinde durduğu konuların ve verdiği mesajların altını çizmeyi tercih ediyoruz.
Atatürk, milli mücadele ilhamını aldığı, “Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır” dediği Akdeniz bölgesinin en mühim şehri olan Adana’ya özel bir önem vermiş, bölgeye yönelik ziyaretlerinde mutlaka uğramış, halkın her kesimi ile temas etmeye özen göstermiştir. Daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce başlayan bu ziyaretler değişik vesilelerle daha sonraki yıllarda da devam edecektir.2 Atatürk bu gezilerinin bilhassa ikisinde etkileri ve geçerlilikleri bu günlere kadar uzanan temel uyarılarda bulunmuşlardır. Bunların ilki silahlı mücadelenin ardından başlayacak siyasi hayatın hemen öncesinde Türk halkının her kesimine fikirlerini aktarmak üzere yaptığı 15–17 Mart 1923 tarihleri arasındaki ziyaretidir. İkincisi ise istenilen hedefe ulaşamayan Serbest Fırka deneyiminden sonra ülke çapında yaşanacak siyasi ve sosyal politika değişmeleri hakkında halk ile istişarelerde bulunmak için 15–18 Şubat 1931 tarihleri arasında yapılmıştır. Gençlerle, halkla, çiftçilerle, esnaflarla, öğretmenlerle, kısaca toplumun her kesimi ile yaptığı konuşmalarında Atatürk, milli birlik ve beraberliğimizi koruyarak çağdaşlaşma hedefine ulaşma mücadelesinde geçerliliğini bugün de koruyan, önemli mesajlar vermişlerdir. Bu çalışmada Adana ziyaretlerinin güzergahı hakkında bilgi vermek yerine yaptığı konuşmalarda üzerinde durduğu konuların ve verdiği mesajların altını çizmeyi tercih ediyoruz.
Atatürk'ün Kütüphaneler Hakkındaki Düşünceleri
23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Anadolu’da örgütlenen direnişin merkezi olmuş, çalışmalarını bu görüş etrafında sürdürmüştür. TBMM’nin açılması ile birlikte, ülkeyi yeniden yapılandırmak için hukuk, ekonomi, eğitim, ticaret, sağlık, kültür, bilim ve sosyal yaşam ile ilgili kanunî düzenlemeler yapmaya başlamıştır.
TBMM, toplumun geri kalmışlığını gidermek, toplum bireylerinin günün olanaklarından faydalanmalarını sağlamak, toplumu günün gerektirdiği düzeye çıkarmak ve diğer gelişmiş toplumlarla paralel bir seviyeye getirmek için kurumların ve yöntemlerin yenilenmesi veya tekrar düzenlenmesi için çalışmalarına başlamıştır. Bu amaçlar bağlamında, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde sözü edilen devrim, yönetim şeklinin cumhuriyet olarak kabul edilmesi ile başlamış, devletin görevleri ve yeni toplum yapısı da bu yönetim şekline göre yeniden yapılandırılmıştır.
Atatürk'ün Balkan Devletleriyle Olan İlişkileri
Adını Türkçe ‘etrafı ağaçlarla çevrili dağ’ kelimesinden alan Balkan Yarımadası1 Avrupa, Orta Doğu ve Asya kıtaları arasında sahip olduğu konumu itibariyle son devir dünya siyasi ve jeopolitik tarihinde mühim yer işgal etmiş bir coğrafi bölgedir. Balkan savaşları ile başlayan ve Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarıyla devam eden kritik dönemlerin başlangıcında Balkan coğrafyasının kilit rol oynadığını görmekteyiz. Yine aynı bölge Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki dönemde on yıla yakın bir süre dünya siyasetinin gündemini işgal etmişti.
Atatürk'ün Yabancı Sermaye Hakkındaki Düşünceleri
ATATÜRK’ün, O’nu diğer devlet adamlarından çok belirgin bir şekilde ayıran ve yücelten iki özelliği vardır:
• Gerçekçiliği
• Türk Milleti’nin gönencini yükseltmek konusunda sınırsız inancı ve azmi
ATATÜRK’ün 22 Ocak 1923 günü, Lozan’da görüşmelerin kesintiye uğramasına ramak kala, Bursa’da yaptığı bir konuşmada yabancı sermaye hakkında söyledikleri gerçekçiliğinin önemli bir örneğini teşkil eder:
“Maatteessüf memleketimiz baştan nihayete kadar harabezardır, yoldan mahrumdur, şehirler haraptır.
Atatürk'e Göre Türk Turizmi
Atatürkçülük konusunda temelde aynı anlamı taşıyan farklı tanımlar yapılmıştır. Atatürkçülük, “Emperyalist ve koloniyalist karşıtı, lâik, ilerletici, yürüyüş halinde bulunan dinamik, sürekli bir kalkınma hareketi ve sistemidir”1. Atatürkçülük “Gerçeklere dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünüdür” 2. Giritli Atatürkçülük ve Kemalizm’i aynı anlamda ele almaktadır. Ona göre “Kemalizm, bir ulusal modernleşme ideolojisidir”3. Mumcu’dan naklen Tarık Zafer Tunaya’ya göre ise Atatürkçülük, “Atatürk’ten çıkan ve onunla gelişen fikirler ve olaylar bütünüdür” 4.
Atatürk'ün Basınla Olan İlişkileri
Basının, toplumdaki önemini belirtmek için tarih boyunca çok şeyler yazılmıştır. Bugüne kadar yazılanlar ve söylenenler basının, çağdaş toplumun belli başlı çabalarından biri olduğunu göstermektedir. Çünkü basın haberleşme araçlarının en eskisi ve en etkinidir. Basının önemini Mustafa Kemal Atatürk “Milletin müşterek sesi” olarak tanımlamış ve bu tanımını şöyle tamamlamıştır: “Bir milleti tenvir (aydınlatmak) ve irşatta, bir milletin muhtaç olduğu gıdayı vermekte, hülasa bir milletin hedefi saadet olan istikameti müştereke de yürümesini teminde, basın başlı başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir”1. Basının toplum hayatında, toplumun bilinçlenmesinde büyük önemi olduğu açıktır. Bu gerçeği çok iyi bilen Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele’nin başından itibaren basına büyük önem vermiş, Kurtuluş Savaşı boyunca milli bir basın oluşmasına gayret göstermiştir2.
Atatürk Zamanında Mısır ve Türkiye İlişkileri
Türkiye-Mısır
ilişkilerinin tarihsel kökleri XVI. Yüzyıl’ın başlarına kadar uzanır.
Mısır 1517’de Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ile Memluk Sultanı
Tomanbay arasında yapılan Ridaniye Savaşı’yla Osmanlı Devleti
topraklarına katılmıştır1. Mısır’a büyük önem atfeden ve bütün eyaletler
içinde özel bir paye veren Osmanlılar, bölgeye “Beylerbeyi” olarak
daima vezir payesinde görevliler tayin etmişlerdir. Bu dönemde ülkenin
başkenti Kahire de, Osmanlı Devleti’nin İstanbul’dan sonra ikinci
büyük şehri haline gelmiştir2.
Atatürk'ün Aydın Ziyareti
Mustafa Kemal Atatürk’ün kazanmış olduğu zaferleri ve yeni Türk Devleti’nin kurulmasından sonra yapmış olduğu inkılapları, Anadolu’nun çeşitli yerlerine gerçekleştirmiş olduğu yurt gezileri içinde değerlendirmek gerekir.
Mustafa Kemal Atatürk gerçekleştirdiği inkılapları masa başında kararlaştırıp arkasından hemen uygulamaya koymamıştır. Ya inkılapları gerçekleştirmeden önce ya da gerçekleştirdikten sonra bu kararları Türk milleti ile paylaşmış, gerçekleştirilen inkılapların bir anlamda denenmesi yoluna gitmiştir. Böylelikle hem Türk milletinin iradesini temsil eden milletvekillerinin almış olduğu kararları asılları ile paylaşmış hem de asılların kabul etmiş ve olumlu tepkilerde bulunmuş olduğu inkılapları milletvekillerine onaylatmıştır. Bunun sonucunda gerçekleştirilen inkılapların Türk milleti tarafından sağlıklı bir şekilde benimsenmesinin sağlanmış olduğunu söylemek mümkündür. Mustafa Kemal, Türkiye’de kılık kıyafet kanunu ya da diğer tanımıyla şapka inkılabını yapmak için bu inkılaptan önce o güne kadar kendisini hiç görmemiş olan Çankırı’ya, Kastamonu’ya İnebolu’ya elinde şapkasıyla gitmiştir. Yine aynı şekilde harf inkılabını yapmış olduğu bir yurt gezisinde halkın içinde başlatmış, henüz bu inkılapla ilgili kanun çıkmadan önce harf inkılabının başöğretmeni sıfatıyla şehir şehir dolaşarak elinde tebeşir, meydanlarda kurulan kara tahtalarda Türk milletine yeni harfleri tanıtmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, her inkılaptan önce çıktığı yurt gezilerinde gerçekleştireceği inkılabın ilkelerini anlatmış, Türk halkının konuyla ilgili düşüncelerini almıştır. Uğradığı her köy, kasaba ve şehirde milletini çevresinde tek bir yürek, tek bir ses olarak görmüş, kendisine gösterilen sevgi ve bağlılığı şahsına mal etmemiştir. Hemen her geziye çıkışında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği uğrayacağı illere “ karşılama törenleri yapılmamasını ” duyurmasına rağmen, halk onun geçeceği yollara dökülmüştür.1
Atatürk'ün Ahlak Anlayışı
“Milletin toplumsal düzen ve sükûnu, hal ve istikbalde refahı, saadeti, selameti ve masuniyeti, medeniyette ilerleme ve yükselmesi için insanlardan, her hususta alaka, gayret, nefsin feragatini ve icap ettiği zaman seve seve nefsinin fedasını talep eden, millî ahlaktır. Mükemmel bir millette, millî ahlakiyet icapları, o millet fertleri tarafından adeta muhakeme edilmeksizin vicdanî, hissî bir şevkle yapılır. En büyük millî heyecan işte budur.2
Ahlakın millî, toplumsal olduğunu söylemek ve ortaklaşa vicdanın bir ifadesidir demek, aynı zamanda ahlakın mukaddes sıfatını da tanımaktır. Ahlak mukaddestir; çünkü aynı kıymette eşi yoktur ve başka hiçbir nevi kıymetle ölçülemez.3
Mustafa Kemal Atatürk Dönemin deTürkiye-Bulgaristan İlişkileri
Osmanlı Devleti’nin siyasi sınırları içerisinde Bulgar Prensliği olarak uzun süre yer alan Bulgarlar 5 Ekim 1908 tarihinde bağımsızlıklarını elde eder. Bulgar Devleti’nin kuruluş aşamasında ülkede Türk nüfusu Bulgar nüfusundan fazladır. Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasındaki ilişkiler Balkan Savaşları nedeniyle bozulmasına karşın I.Dünya Savaşı içerisinde Çanakkale Savaşları sonrasında tekrar düzelir. Bunun nedeni Bulgaristan’ın İttifak Devletleri’nin yanında savaşa girmesi ile Osmanlı Devleti’nin müttefiki olmasıdır. I.Dünya Savaşı’nda Rusya Romanya toprakları üzerinden Bulgaristan’a saldırınca Osmanlı Ordusu Dobruca ve Tuna bölgelerinde Bulgar ordusuna yardım ederek savunma savaşları yapar. Bulgaristan Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan’a yaptığı bu yardım sonrasında ülkede Türk nüfusun isim kullanma hakkının serbest bırakır. Ayrıca I.Dünya Savaşı bitiminde 27 Kasım 1919 tarihinde Bulgaristan ile İtailaf Devletleri arasında imzalanan Neuilly Barış Antlaşması’yla ülkede tüm azınlıkların kültürel ve dini hakları teminat altına alınır. Bulgaristan söz konusu bu haklar çerçevesinde 1919 yılında Türk ve Müslüman nüfusa geniş dini haklar sağlayan “Bulgaristan Müslümanları Teşkilat Nizamnamesi” ni düzenler1.
10 Mayıs 2013 Cuma
Atatürk'ün Yazdığı Geometri Kitabı
Gazi Mustafa Kemal Atatürk bizzat kaleme aldığı Nutuk’un son bölümünde “Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikayesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlatlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım. Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklalini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir”1 ifadesiyle hem geçmişi özetlerken hem de geleceğe önemli işaretlerde bulunmaktadır.
Atatürk Döneminde Arkeoloji Çalışmaları
Osmanlı Devleti’nde Fatih Sultan Mehmet’ten beri eski eserlerin korunması ve yaşatılması konusunda bir gelenek olduğu halde1, bu eserlerin ortaya çıkarılması ve sergilenmesiyle beraber oluşan müzecilik anlayışı Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde başlamıştır. Eski eserlerin değeri ve müzeciliğin önemi 19. yüzyılın ikinci yarısında daha da iyi kavranmıştır. Gerek Müze-i Hümayun’un kurulması ve gerekse eski eser kanunlarının çıkarılması bunun açık bir kanıtı olmuştur. 1869 yılında arkeolojik eserlerin dışarıya çıkmasını engellemek ve korunmasını sağlamak amacıyla Şûra-yı Devlet tarafından çalışmalar yapıldıysa da bunlar hayata geçirilmemiştir2. 1874 yılında çıkarılan Asar-ı Atika Nizamnamesi ile bu çalışmalar ilk defa bir tüzüğe bağlanmıştır. Daha önce yabancılar, kazı sırasında elde ettikleri bütün eserleri rahatça yurtdışına götürebilirken, bu nizamname, bulunan eski eserlerin sadece üçte birinin bulan kişi ya da kurum tarafından yurt dışına götürebilmesini öngörüyordu. Önceki uygulamaya oranla devletin menfaatini daha fazla koruyan, dolayısıyla yabancılar tarafından tepkiyle karşılanan3 bu Nizamname yine de yaptırım gücünden yoksun oluşu ve içerdiği pek çok boşluk nedeniyle istismara açıktı. Nitekim 19. yüzyılın amatör ve profesyonel Avrupalı arkeologları bu coğrafyayı talan edilebilecek bir tarihî eser tarlası gibi görüyorlardı4. Başta müze yönetimi olmak üzere kamuoyunda rahatsızlık yaratan bu duruma son vermek için, mevcut Nizamname, 1882 yılında Müze-i Hümayun müdürü Osman Hamdi Bey (1842-1910) tarafından kaldırılmış, 1884 yılında yeni bir nizamname çıkarılarak, ülkede yapılacak arkeolojik çalışmalar bir düzene sokulmaya çalışılmıştır. Bilinçsizce yapılan tahribatı durdurmak ve her önüne gelenin kazı yapmasını engellemek amacıyla arkeolojik kazıların yapılabilmesi ruhsata bağlanmıştı. Yeni nizamname ile ilk defa taşınır taşınmaz tüm tarihî eser ve belgelerin mülkiyetinin sadece devlete ait olduğu belirtilerek, eski eserlerin yurt dışına çıkarılması kesinlikle yasaklanmıştır5. Birkaç kez değişikliğe uğrayan Asar-ı Atîka Nizamnamesi, 1906 yılında yapılan düzenleme ile son şeklini alarak, 1973 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. Bu tarihten sonra ise eski eser, koleksiyonculuk, müzecilik, mimarlık vs. konuları kapsayan 1710 sayılı Eski Eserler Yasası yürürlüğe girmiştir6.
Atatürk'ün Mektupları
“Bir asker olmak, bir komutan olmak değildir ona çağını aşacak bir lider özellikleri taşıtan. O bir lider, ama kitleleri sürükleyebilen, insanları kenetlemeyi başarmış bir siyasi lider.” İşte İngiltere’nin Muhafazakar Parti lideri Michael Stevens Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türk İstiklal ve Bağımsızlığının sembolü Mustafa Kemal Atatürk için böyle diyordu.
Andrew Mango Atatürk adlı eserinde bağımsızlık ve evrensel uygarlığa katılımı Mustafa Kemal’in ikiz idealleri olarak görmekte1 ve O’nu yetenekli bir komutan, akıllı bir politikacı ve son derece gerçekçi bir devlet adamı olarak anlatmaktadır. Ve O’nu Aydınlanma çağının yani bir başka deyişle Türk Rönesans’ının yaratıcısı olarak görmektedir.2
Başkumandanlık Kanunu'nun Uzatılması Konusunda Atatürk'ün Meclis Konuşması
Kurtuluş Savaşı’mızda Mustafa Kemal Paşa’ya geniş yetkilerle ve üç ay süreyle Başkumandanlık veren kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 5 Ağustos 1921 günkü oturumunda kabul edilmişti. Bu Kanun daha sonra birinci defa 31 Ekim 1921’de, ikinci defa 4 Şubat 1922, üçüncü defa 6 Mayıs 1922’de üçer ay süre ile uzatılmıştı. Her üç uzatılmada da kanunun 2. maddesine dayanılarak Mustafa Kemal Paşa’ya geniş yetkiler tanınıyordu. Bu durum, ona muhalif milletvekillerinin zaman zaman eleştirilerine sebep oluyor, bu kişiler tarafından siyaset aracı olarak kullanılıyordu.1 Söz konusu kanunun dördüncü defa uzatılması teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 20 Temmuz 1922 günkü oturumunda görüşüldü. Bu oturumda söz alan Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, o güne kadar kendisine tanınan geniş yetkilere gerek olmadığı görüşünü savunarak şunları söyledi: “Bugün ordumuzun manevî kuvveti en yüksek derecededir. Ordumuzun maddî kuvveti de fevkalade bir önleme gerek hissetmeksizin millî emelleri tam bir güvenle elde edecek düzeye ulaşmıştır. Bu sebeple artık böyle bir yetkiyi devam ettirmeye gerek kalmadığı görüşündeyim.2
Atatürk'ün Uçak Sanayisi Hakkındaki Düşünceleri ve Kayseri Uçak Fabrikasının Kurulması
Osmanlı
Devleti, 19’uncu yüzyıldan itibaren devlet yapısında birçok değişimi
başarmış, Batı ile ilişkilerini geliştirmiş, eğitimi sistemini
kısmen yenilemiş ve teknik gelişmelere karşı arayış içinde olmuştur.
Ne var ki, 1815 Paris Mutabakatı ile şekillenen 19’uncu yüzyıl dünyası,
1870’lerden sonra yeni bir arayış içine girmiş bulunuyordu. 19’uncu
yüzyılın ikinci yarısında siyasal bir güç olarak varlığını kabul
ettiren Almanya ve İtalya mevcut yapının dışında meydana gelen
önemli gelişmelerdi. Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve üzerinde
emelleri bulunan devletlerin çalışmaları, Osmanlı coğrafyasında
yeni sıkıntılara neden olmuştur. 1293 Osmanlı-Rus Harbi ile Osmanlı
Devleti önemli miktarda toprağını kaybetmiş ve Osmanlı toprakları
üzerinde yeni devletlerin kurulmasını kabullenmek zorunda kalmıştır.
Yunanistan, Sırbistan, Romanya bu gelişmeler sonunda kurulmuş devletlerdir.
Dünyanın hızla silahlanması, seri üretimin artması ve yeni pazar
arayışları büyük bir kaosun işaretleri olmuştur.
Atatürk'ün Bolu Anıları
Bolu Mustafa Kemal Paşa ilişkileri Erzurum Kongresi sırasında başladı. 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da, 4 Eylül 1919’da Sivas’taki millî kongreler, bunlara ait metinler, telgraf yolu ile Bolu Mutasarraflığı’na ulaştırıldı. Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak Sivas’tan bir çok talimat, Mutasarrıf Ali Haydar Beye, Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’ne iletilmiştir. Damat Ferit Paşa hükümeti ile bağlantının kesilmesi de Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Dertli Gazetesi ve asayişle ilgili dilekler de Sivas’ta M. Kemal Paşaya duyurulmuştur. Bolu ile Adapazarı arasındaki Akyazı’da meydana gelen başkaldırma esnasında, İzmit, Adapazarı, Düzce ve Bolu yöneticilerinin sık sık dikkati çekilmiştir. Mutasarrıf Ali Haydar-M. Kemal Paşa görüşmeleri de, 1920 yılı içinde devam etmiştir. Sonraki Mutasarrıf Halil Beyde Bolu-Ankara ilişkilerini titizlikle ve zaman kaybetmeksizin devam ettirmiştir.
Atatürk'ün Sanat Alanında Yaptığı Devrimler
Atatürk 1936 yılında;
“Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür ve Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkaracağız.” sözleriyle de bu konuya ne kadar önem verdiğini bir kere daha vurgulamıştır.
Atatürk’ün kültür politikası, Türk vatandaşlarını tek bir kültür altında birleştirmek ve bu suretle diğer uygar ulusların kültürleri ile aynı seviyeye çıkarmak gayesini güdüyordu.
“Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür ve Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkaracağız.” sözleriyle de bu konuya ne kadar önem verdiğini bir kere daha vurgulamıştır.
Atatürk’ün kültür politikası, Türk vatandaşlarını tek bir kültür altında birleştirmek ve bu suretle diğer uygar ulusların kültürleri ile aynı seviyeye çıkarmak gayesini güdüyordu.
Atatürk'ün Denizli Ziyareti
A- Mustafa Kemal (Atatürk)’in Denizli’yi Birinci Ziyareti
Mustafa Kemal (Atatürk)’in Denizli’yi ziyaretlerinin, Denizli ve Denizlililer için Cumhuriyet döneminde gerçekleşen en önemli tarihî olaylar olduğunu söylemek mümkündür. Bu nedenle bu ziyaretler, Denizlililer için nesilden nesile aktarılan ve unutulmayan birer tarihî olay olarak sürekli hatırlanmıştır.
Mustafa Kemal (Atatürk) hayatı boyunca elli iki il merkezine çeşitli ziyaretlerde bulunmuş.
Atatürk Döneminde Türkiye-Ukrayna İlişkileri
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk şüphesiz ikinci milenyumun büyük şahsiyetlerinden biridir. Türkiye’nin uluslar arası prestijinin temelinden yükselmesi Onun devlet adamı, siyasetçi ve muzaffer kumandan sıfatına borçludur ve ulusal egemenliği emniyetli bir şekilde korunmaktadır. M.K. Atatürk yürürlükteki yeni 1982 Türk Anayasası ile "ölümsüz lider ve tartışılmaz ulusal kahraman"1 olarak adlandırılmıştır.
Bağımsızlık Savaşı’nın başarılı sonucundan sonra (1918-1922) Türkiye için, yenilenen bir gelişine ve barış ortamı kurmak adına gerçek bir bakış açısı açılmıştır. Mustafa Kemal’in 1920-301arda yürüttüğü geniş açılı ilerleme reformlarından bazı başlıklar; Saltanatın ve Halifeliğin ilgası, başkenti Ankara olmak üzere Türk Cumhuriyeti’nin ilanı, dinî vecibeler ve devletin laiklik ya da sekülerizm temelinde ayrımı, kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi, Türk dilinde Arap alfabesinin Latin alfabesi ile değiştirilmesi, uluslar arası takvimin ve saatlerin kullanılması. Diğer temel yenilikler ekonomi, dış politika, ve gündelik hayatın her alanına- örneğin soyadı kanunun kabulü gibi girmeye başlamıştır.
Bağımsızlık Savaşı’nın başarılı sonucundan sonra (1918-1922) Türkiye için, yenilenen bir gelişine ve barış ortamı kurmak adına gerçek bir bakış açısı açılmıştır. Mustafa Kemal’in 1920-301arda yürüttüğü geniş açılı ilerleme reformlarından bazı başlıklar; Saltanatın ve Halifeliğin ilgası, başkenti Ankara olmak üzere Türk Cumhuriyeti’nin ilanı, dinî vecibeler ve devletin laiklik ya da sekülerizm temelinde ayrımı, kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi, Türk dilinde Arap alfabesinin Latin alfabesi ile değiştirilmesi, uluslar arası takvimin ve saatlerin kullanılması. Diğer temel yenilikler ekonomi, dış politika, ve gündelik hayatın her alanına- örneğin soyadı kanunun kabulü gibi girmeye başlamıştır.
Atatürk'ün Askeri Hayatı
Mustafa Kemal Atatürk’ün askerlik hayatına atıldığı 1905 yılından 1922 yılına kadar ki askerlik hayatının her devresini ayrı ayrı ele alıp incelemek, anlatmak lazım. Ben askerî kişilik özelliklerini, askerlik hayatını çeşitli dönemlerinden örnekler vererek anlatmaya çalışacağım. Atatürk’ün askerî meslek hayatı 1893 yılında 12 yaşında askerî öğrenci olarak başlamış;
Atatürk'ün Çağdaşlaşma Anlayışı ve Ekonomi
29 Ekim’de 80. yıldönümü kutlanan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsi ve resmi hayatına, devlet ve asker adamı sıfatıyla öncülük ettiği faaliyetlerin yurt içinde ve uluslararası ilişkilerde yansımalarına ilişkin geniş kapsamlı bilimsel araştırmalar ve belgesel yayınlar mevcuttur.
Türk milletinin Uluu Jolbaşcısı’nın (Önder’in) bıraktığı tükenmez miras, geniş kapsamı ve derin içeriği ile her dönem anlayarak okumaya ve güncelleştirerek algılamaya şayan olduğunu görmek mümkündür. Mustafa Kemal Atatürk, kendine özgü bir ansiklopedik zekanı yansıtan düşünce sistemini oluşturmaktan ziyade, tüm düşünce ve fikirlerini özdekleştirerek toplumsal eyleme dönüştürebilmiştir. O’nu zamandaş büyük liderler ve düşünürlerden farklı yapan özelliklerinden biri de budur.
Türk milletinin Uluu Jolbaşcısı’nın (Önder’in) bıraktığı tükenmez miras, geniş kapsamı ve derin içeriği ile her dönem anlayarak okumaya ve güncelleştirerek algılamaya şayan olduğunu görmek mümkündür. Mustafa Kemal Atatürk, kendine özgü bir ansiklopedik zekanı yansıtan düşünce sistemini oluşturmaktan ziyade, tüm düşünce ve fikirlerini özdekleştirerek toplumsal eyleme dönüştürebilmiştir. O’nu zamandaş büyük liderler ve düşünürlerden farklı yapan özelliklerinden biri de budur.
Atatürk'ün Sanat Hayatı Hakkındaki Düşünceleri
İnsan siyasal bir yaratık olduğu kadar, uygar bir yaratıktır aynı zamanda. İnsanın siyasal yaratık olarak düşüncelerinin eseri, Devlettir, uygar duygularının eseri ise sanattır. Devlet ve sanat kavramları birbirine kapalı da değildir. Çünkü ikisinin de ortak kaynağı, temeli ve ülküsü toplum ile ilgilidir. Sanat, gerçeklerini toplum vicdanından alır toplum ile bağlantısını yitirmeksizin, onu aynı ülkü istikametinde yüceltmek için çalışır.
Atatürk, yeni Türk devletine modern devlet örgütleri kazandırırken, yeni Türk sanatına, çağdaş anlamda gelişmesi ve ilerlemesi için, yeni bir espri getirmiş ve yeni bir yol açmıştır. Atatürk, sanatçı gibi ince ruhludur; yaratıcı bir muhayyelesi vardır ve kalbi insanlık duygularına açıktır. Bu özellikleri düşünce ve duygularına hakimdir. O’nun Büyük Nutkunda ve öteki demeçlerinde başkalarına küfür, hakaret ve iftira yoktur. Yalandan nefret eder ve yalan söylememiş olmakla övünür.
Atatürk’ün, yeni Türkiye’yi geliştirmesinde hakim olan ruh ve düşünce, sanat düşüncesi gibi, evrensel etkilidir.
Öte yandan güzel sanatları, eğitim, bilim ve kültür devriminin bir parçası olarak görür ve bunu her zaman tekrarlar1. Bu nedenledir ki, laiklik ilkesini, sanat özellikle resim ve heykel sanatıyla yakından ilgili görür, bu nedenle bu iki sanat dalında gelişmek gereğine inanır ve bu bağlamda İslamiyetteki tasvir yasağı üzerinde durur ve böyle bir yasağın olmadığını, İslamiyetin ilk yıllarında puta tapmayı önlemek için getirilen düşüncelerin yanlış yorumlandığını savunarak, yanlış kanıları kırmaya çalışır2. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, sanat yaşamında gözlenen köklü değişiklikler Atatürk Devrimi diye nitelenen geniş kapsamlı olayın içinde yer aldı. Bu nedenle edebiyat, resim heykel ve müzik alanında ortaya konan girişimleri, kültür devrimi kapsamında görmek gerekiyor. Bu noktada Ferit Celal Güven’in Ekim 1938 de yazdıklarından hareketle Atatürk’ün sanat ve sanatkar bakışına ilişkin gözlemlerini aktaran bazı cümlelerini buraya alıyoruz: “… Güzel sanatları, ruhların mürşidi, büyük bir mürebbisi olarak bize izah ederdi. O, sanatkarı ve sanatı, inkılabın hizmetine, orduları vatan hizmetine çağırdı. O, Türk vatanı üzerinde, asırlarca sanatkarlara mevzu olabilecek, bin türlü bedialar vücuda getirdi. Eğer Türk sanatkarı bu bediadan, bu baş döndürücü mevzuları sadakatle taklit edebilirse kendisinden bekleneni ödemiş olabilir…. O’nun nazarında sanat; şahlanmış, telkin etmek istediğini korkusuz, tereddütsüz yapan sanattı. Sanatta neşe, tazelik, büyüklük, cesaret arardı, kütlelerin müşterek duygularını birden harekete getirmesini bilmeyen sanata kıymet vermezdi….”3.
Atatürk’ün sanata ve bu arada resme olan ilgi ve alakası öğrencilik yıllarına kadar iner. Bu hususla ilgili bir alıntıyı Kinross’tan aktarıyoruz: “… Ali Fuat’la dost oldu. Yaz mevsiminde bir hafta sonunu Büyükada’da geçirmeye karar verdiler. Oteller pahalı olduğu için çamlıklarda kamp kuracaklardı…. çevredeki tabiat güzellikleri, mis gibi kokan çamlıklar, parıltılı deniz, yıldızlı gökyüzü kendilerinden geçirmişti onları… bir ara Mustafa Kemal dedi ki: “Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resim üzerinde de dursaydım, Harbiye ‘de dört duvar arasında kapanıp, kalmazdım… sabahleyin şafak söker sökmez de resim yapmaya başlardım.” 4
Sanatkar, Atatürk için neyi ifade ediyordu? Diğer bir ifade ile Atatürk’e göre sanatkar nasıl olmalıydı? İşte bu hususla ilgili bazı sözleri:
“Sanatkar, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” (1923)
“Hepiniz mebus olabilirsiniz. Vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkar olamazsınız. “ (1930)
Bu sözler ile sanatın yaratma gücüne dayandığını, bunun da Allah vergisi olarak doğuştan geldiğini belirtiyor.
“Sanatkarlarımızın mütemadi ve feyyaz mesaisinin daima takdirkarı bulunduğumu selam ve hürmetlerimle beraber cemiyet azasına tebliğ etmenizi rica ederim. “ (1923) Hem bu sözler hem de “sanatkar el öpmez, sanatkarın eli öpülür.” (1930) sözü açık bir ifadeyle sanatkara duyulan saygının bir göstergesiydi. Sanatkarı sürekli çalışan, çok verimli ve saygın insan olarak nitelendiren Atatürk, güzel sanatları, Türk ulusunun tarihi bir özelliği olarak görüyor, sanatın yaşamsal özelliğe sahip olduğunu vurgulayarak, ulusal bir ülkü şeklinde nitelendiriyordu. Bu arada sanatçıların işleyecekleri konular için bitmez tükenmez millî sanat hazinelerine yakın ve uzak tarihimize dönemlerine işaret ediyordu.
Sanatı güzelliğin ifadesi olarak nitelerken, ulusların ilerleme yolunda belirli bir yerlerinin oluşmasını resim ve heykel yapmalarına, tekniğin gerektirdiklerini uygulamalarına ve sonuç olarak da insanların olgunlaşmasına bağlar. Güzel sanatların devrimler içindeki konumunu da şöyle ifade eder;
“Güzel sanatlarda muvaffakiyet, bütün inkılapların muvaffak olduğunun en kat’î delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün muvaffakiyetlerine rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır”5.
Cumhuriyetin onuncu yılındaki söylevinde güzel sanatlara da yer vermiştir. Bu söylevinde Türk milletini yüksek bir insan cemiyeti olarak niteleyerek, onun tarihi vasıfları içinde güzel sanatları sevmek ve onda yükselmenin de bulunduğuna işaret ediyordu6.
20 Eylül 1937 de Türkiye, ilk resim galerisine Atatürk’ün eliyle açıldıktan sonra sahip oldu7. Galerinin açılışı dolayısıyla sanatkarlara şöyle seslenir. “…Türkün eli işler, gözü güzeli görür, hissî heyecanda olursa, o yalnız kendi milletine değil, cihan kültürüne de örnekler ve şaheserler verecek kudretler gösterecektir.,”8 Görüldüğü üzere Atatürk, yukarıdaki alıntılarda olduğu gibi bu alıntıda da üzerinde durduğu göze çarpan husus güzel sanatların hem Türk kültürü ve hem de dünya uygarlığı içinde ne denli önemli bir işlev göreceği idi.
Atatürk’ün resimler için durduğunu gösteren pek az kanıt vardır. Örneğin, ressam İbrahim Çallı “Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal’in portresini yapmama izin verir misiniz paşam?” diye sorduğunda, “madem ki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal’i çizmek istiyorsun, benim modelliğime ihtiyaç yok”9, diye cevap verir. Çallı’ya bir portresi yaptırılmasına rağmen, O’nun durup durmadığı kesin olarak belli değildir.
Yakınlık gösterdiği, hatta “sofra”sına davet ettiği ressamlar “bu yüksek sanatkar” dediği İbrahim Çallı ile, en sevdiği portresini yapan Mihri Müşfik Hanımdır10. Mihri Hanım’ın yaptığı portre, İzmir’e düşmanın arkasından çizmelerinin tozu ile giren, sırtında pelerini ayakta, soldan gelen ışıkla gözleri ışıklar saçan Gazi’yi göstermektedir. Tablo tam bir boy portredir. Ancak, Atatürk’ün bu resim için durup durmadığı belli değildir. Yalnız, O’nun o zamanki hükümet tarafından bir yabancı ressama bir portresi sipariş edilir. Gazi, bu ressama bir süre durmuştur. Portrenin, kimi davetlilerce tam benzemediği belirtilir. Atatürk, bu görüşler karşısında, “olabilir fakat inanır mısınız bu portre bir aralık bana son derece benzemişti. Fakat üstat durmasını bilmedi. Sanatkarlar, kumandanlar gibi durmasını bilmelidirler. Aksi halde, vardıkları muvaffakiyet zümresinden iniş başlar….”11.
“Çirkine tahammül edemiyorum “l2 diyen Atatürk’ün katlanamadığı bir diğer husus da, resimde kahramanlığı yanlış biçimde yorumlamadır. Onu sinirlendiren resim, yerde yatan bir Yunanlının göğsüne, süngüsünü saplayan Mehmetçiği göstermektedir. Tablo, Çankaya’ya bir tanıdığı tarafından gönderilmiştir. “ Ben kana bakamam. Bir tavuğun bile boğazlanmasına tahammül edemem “ diyen bu insanı, baktığı resim, Mehmetçiği küçülttüğü için de yaralar. “Kapatın ve kaldırın şunu ne iğrenç manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” 13.
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Türk ressamlarının yeni devlet felsefesine içten bir uyum gösterdikleri, yapıtlarını bu doğrultuda verdikleri görülür. Milli bilinci yerleştirme çabaları ve çağdaş bir devletin gerektirdiği toplumsal ve kültürel kurumları oluşturma çalışmaları, bir bakıma Türk sanatçısının yolunu aydınlatmıştır. 1930’larda yapılan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı kompozisyonlarında, konuyu simgesel ve alegorik görünümlerle yansıtma çabası ağır basar. Atatürk figürü, bu tür tablolarda, resmin merkezi ağırlığını oluşturmakta, etrafını köylü ve kentli insanlar çevirmekte, bağımsızlık tutkusunun ulusça paylaşıldığını vurgulayan yorumlara öncelik verilmektedir. Bu resimlerde coşku, sevinç, ulu önderin çevresinde halkalanmanın getirdiği değişmez bir mutluluktur. Hemen tümü, bu mutluluğu, kendi açılarından, bir kompozisyonun temel etkinliği olarak işlemişlerdir. Örneğin, Ankara Halkevi’nin düzenlediği Onuncu Yıl İnkılap Sergisi’ne önemi gereği, bütün sanatçılar katıldılar. Atatürk’ün ilgi ile izlediği, gezdiği sergide, daha çok devrimlerle ilgili konularla Atatürk portrelerine ağırlık verilmiştir.
1924’te Avrupa’ya sanatçıların gönderilmesi, Avrupa’dan dönenlerin Yeni Resim Cemiyeti’nin uzantısı sayılan Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’ni kurarak modern resmin temelini atmaya çalışması, 1933’te “D Grubu”nun kurulması, aynı yıl ressamlar için “Yurt Gezileri’nin düzenlenmesi, yine 1930’larda kurulan ve amacı, sanat alanındaki tüm çalışmaların “ulusal ülküye uygun olarak yürütülmesine ve yayılmasına, ulusun bu yönden yetişmesine ve yücelmesine” çalışmak olan Ar Genel Direktörlüğü’nün oluşturulması ve güzel sanatlar, kültür açısından önem taşıyan AR dergisinin çıkartılması, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere çeşitli kentlerde sergiler düzenlenmesi, Atatürk döneminin sanata ve resme bilinçli olarak koruyuculuk yapmasının kanıtlarıdır14.
________________________________________
NOT: 08-12 Aralık 2003 Tarihlerinde Ankara’da Gerçekleştirilen Beşinci Uluslar Arası Atatürk Kongresi’nde Bildiri olarak sunulmuştur.
1 Tayyib Gökbilgin, “Türk Toplumunda Bir Kültür Devrimi Olarak Devrimcilik”, Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi, Kalkınma için Bölgesel İşbirliği (RCD) Semineri Tebliğleri (9-11 Kasım 1967), Ankara 1972, s. 11.
2 Gültekin Elibol, Atatürk ve Resim Heykel, İstanbul 1973, s.41-49.
3 Ferit Celal Güven, “Güzel Sanatlar ve Atatürk”, AR, Sene2, Sayı: 22-23, s.7.
4 Gültekin Elibol, a.g.e., s. 10. Mustafa Kemal’in sigara paketinin altına resim çizdiğine ilişkin kayıt için; Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul 1984, s.3l.
5 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 1984, s. 128.
6 Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, Ankara 1969, s.95 ve Atatürk’ün Söylev ve De meçleri, C.I1. Atatürk Araştırma Merkezi Yayını. Ankara 1997, s.318.
7 Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara 1984, s. 173.
8 Afet İnan, a.g.e., s. 174.
1936 yılında açılan resim sergisine geç kalan Kültür Bakanına Atatürk “olara (sanatkarları kast ediyor) ve emeklerine gereken kaygı ve ilgiyi göstermek de elinizden gelmez mi” diye seslenmiştir. Ş, Ziya Dağlı, “Atatürk ve Sanat”, Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, İsparta Sayı:l, 1995, s. 142.
9 Metin Toker, “Emekliye Ayrılan Çalı’nın Hayatı”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 1947, s.2
10 Mihri Müşfik Hanım ilk kadın ressamlardan olup Paris ve Roma Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenim görmüş ve yurda dönünce (1914) İstanbul Sanayi-i Nefise Mektebi’nde öğretmen olmuştur. New York’ta Maziroff Galerisi’nde 1928’de çok başarılı bir sergi açmıştır. Adnan Turani, “Atatürk ve Güzel Sanatlar”, Atatürk Kültür ve Eğitim Semineri (29 Kasım 1982-Kayseri) Kayseri 1983, s.79.
11 Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, İstanbul 1959, s.39 ve Adnan Turani, a.g. tebliğ, s. 79.
12 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Cilt: I, s.497.
13 Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul 1964, s.24.
14 Esin Dal, “Atatürk’ü Anlamak”‘, Atatürk ve Resim, Ankara 1981, s. 130.
Atatürk, yeni Türk devletine modern devlet örgütleri kazandırırken, yeni Türk sanatına, çağdaş anlamda gelişmesi ve ilerlemesi için, yeni bir espri getirmiş ve yeni bir yol açmıştır. Atatürk, sanatçı gibi ince ruhludur; yaratıcı bir muhayyelesi vardır ve kalbi insanlık duygularına açıktır. Bu özellikleri düşünce ve duygularına hakimdir. O’nun Büyük Nutkunda ve öteki demeçlerinde başkalarına küfür, hakaret ve iftira yoktur. Yalandan nefret eder ve yalan söylememiş olmakla övünür.
Atatürk’ün, yeni Türkiye’yi geliştirmesinde hakim olan ruh ve düşünce, sanat düşüncesi gibi, evrensel etkilidir.
Öte yandan güzel sanatları, eğitim, bilim ve kültür devriminin bir parçası olarak görür ve bunu her zaman tekrarlar1. Bu nedenledir ki, laiklik ilkesini, sanat özellikle resim ve heykel sanatıyla yakından ilgili görür, bu nedenle bu iki sanat dalında gelişmek gereğine inanır ve bu bağlamda İslamiyetteki tasvir yasağı üzerinde durur ve böyle bir yasağın olmadığını, İslamiyetin ilk yıllarında puta tapmayı önlemek için getirilen düşüncelerin yanlış yorumlandığını savunarak, yanlış kanıları kırmaya çalışır2. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, sanat yaşamında gözlenen köklü değişiklikler Atatürk Devrimi diye nitelenen geniş kapsamlı olayın içinde yer aldı. Bu nedenle edebiyat, resim heykel ve müzik alanında ortaya konan girişimleri, kültür devrimi kapsamında görmek gerekiyor. Bu noktada Ferit Celal Güven’in Ekim 1938 de yazdıklarından hareketle Atatürk’ün sanat ve sanatkar bakışına ilişkin gözlemlerini aktaran bazı cümlelerini buraya alıyoruz: “… Güzel sanatları, ruhların mürşidi, büyük bir mürebbisi olarak bize izah ederdi. O, sanatkarı ve sanatı, inkılabın hizmetine, orduları vatan hizmetine çağırdı. O, Türk vatanı üzerinde, asırlarca sanatkarlara mevzu olabilecek, bin türlü bedialar vücuda getirdi. Eğer Türk sanatkarı bu bediadan, bu baş döndürücü mevzuları sadakatle taklit edebilirse kendisinden bekleneni ödemiş olabilir…. O’nun nazarında sanat; şahlanmış, telkin etmek istediğini korkusuz, tereddütsüz yapan sanattı. Sanatta neşe, tazelik, büyüklük, cesaret arardı, kütlelerin müşterek duygularını birden harekete getirmesini bilmeyen sanata kıymet vermezdi….”3.
Atatürk’ün sanata ve bu arada resme olan ilgi ve alakası öğrencilik yıllarına kadar iner. Bu hususla ilgili bir alıntıyı Kinross’tan aktarıyoruz: “… Ali Fuat’la dost oldu. Yaz mevsiminde bir hafta sonunu Büyükada’da geçirmeye karar verdiler. Oteller pahalı olduğu için çamlıklarda kamp kuracaklardı…. çevredeki tabiat güzellikleri, mis gibi kokan çamlıklar, parıltılı deniz, yıldızlı gökyüzü kendilerinden geçirmişti onları… bir ara Mustafa Kemal dedi ki: “Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resim üzerinde de dursaydım, Harbiye ‘de dört duvar arasında kapanıp, kalmazdım… sabahleyin şafak söker sökmez de resim yapmaya başlardım.” 4
Sanatkar, Atatürk için neyi ifade ediyordu? Diğer bir ifade ile Atatürk’e göre sanatkar nasıl olmalıydı? İşte bu hususla ilgili bazı sözleri:
“Sanatkar, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” (1923)
“Hepiniz mebus olabilirsiniz. Vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkar olamazsınız. “ (1930)
Bu sözler ile sanatın yaratma gücüne dayandığını, bunun da Allah vergisi olarak doğuştan geldiğini belirtiyor.
“Sanatkarlarımızın mütemadi ve feyyaz mesaisinin daima takdirkarı bulunduğumu selam ve hürmetlerimle beraber cemiyet azasına tebliğ etmenizi rica ederim. “ (1923) Hem bu sözler hem de “sanatkar el öpmez, sanatkarın eli öpülür.” (1930) sözü açık bir ifadeyle sanatkara duyulan saygının bir göstergesiydi. Sanatkarı sürekli çalışan, çok verimli ve saygın insan olarak nitelendiren Atatürk, güzel sanatları, Türk ulusunun tarihi bir özelliği olarak görüyor, sanatın yaşamsal özelliğe sahip olduğunu vurgulayarak, ulusal bir ülkü şeklinde nitelendiriyordu. Bu arada sanatçıların işleyecekleri konular için bitmez tükenmez millî sanat hazinelerine yakın ve uzak tarihimize dönemlerine işaret ediyordu.
Sanatı güzelliğin ifadesi olarak nitelerken, ulusların ilerleme yolunda belirli bir yerlerinin oluşmasını resim ve heykel yapmalarına, tekniğin gerektirdiklerini uygulamalarına ve sonuç olarak da insanların olgunlaşmasına bağlar. Güzel sanatların devrimler içindeki konumunu da şöyle ifade eder;
“Güzel sanatlarda muvaffakiyet, bütün inkılapların muvaffak olduğunun en kat’î delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün muvaffakiyetlerine rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır”5.
Cumhuriyetin onuncu yılındaki söylevinde güzel sanatlara da yer vermiştir. Bu söylevinde Türk milletini yüksek bir insan cemiyeti olarak niteleyerek, onun tarihi vasıfları içinde güzel sanatları sevmek ve onda yükselmenin de bulunduğuna işaret ediyordu6.
20 Eylül 1937 de Türkiye, ilk resim galerisine Atatürk’ün eliyle açıldıktan sonra sahip oldu7. Galerinin açılışı dolayısıyla sanatkarlara şöyle seslenir. “…Türkün eli işler, gözü güzeli görür, hissî heyecanda olursa, o yalnız kendi milletine değil, cihan kültürüne de örnekler ve şaheserler verecek kudretler gösterecektir.,”8 Görüldüğü üzere Atatürk, yukarıdaki alıntılarda olduğu gibi bu alıntıda da üzerinde durduğu göze çarpan husus güzel sanatların hem Türk kültürü ve hem de dünya uygarlığı içinde ne denli önemli bir işlev göreceği idi.
Atatürk’ün resimler için durduğunu gösteren pek az kanıt vardır. Örneğin, ressam İbrahim Çallı “Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal’in portresini yapmama izin verir misiniz paşam?” diye sorduğunda, “madem ki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal’i çizmek istiyorsun, benim modelliğime ihtiyaç yok”9, diye cevap verir. Çallı’ya bir portresi yaptırılmasına rağmen, O’nun durup durmadığı kesin olarak belli değildir.
Yakınlık gösterdiği, hatta “sofra”sına davet ettiği ressamlar “bu yüksek sanatkar” dediği İbrahim Çallı ile, en sevdiği portresini yapan Mihri Müşfik Hanımdır10. Mihri Hanım’ın yaptığı portre, İzmir’e düşmanın arkasından çizmelerinin tozu ile giren, sırtında pelerini ayakta, soldan gelen ışıkla gözleri ışıklar saçan Gazi’yi göstermektedir. Tablo tam bir boy portredir. Ancak, Atatürk’ün bu resim için durup durmadığı belli değildir. Yalnız, O’nun o zamanki hükümet tarafından bir yabancı ressama bir portresi sipariş edilir. Gazi, bu ressama bir süre durmuştur. Portrenin, kimi davetlilerce tam benzemediği belirtilir. Atatürk, bu görüşler karşısında, “olabilir fakat inanır mısınız bu portre bir aralık bana son derece benzemişti. Fakat üstat durmasını bilmedi. Sanatkarlar, kumandanlar gibi durmasını bilmelidirler. Aksi halde, vardıkları muvaffakiyet zümresinden iniş başlar….”11.
“Çirkine tahammül edemiyorum “l2 diyen Atatürk’ün katlanamadığı bir diğer husus da, resimde kahramanlığı yanlış biçimde yorumlamadır. Onu sinirlendiren resim, yerde yatan bir Yunanlının göğsüne, süngüsünü saplayan Mehmetçiği göstermektedir. Tablo, Çankaya’ya bir tanıdığı tarafından gönderilmiştir. “ Ben kana bakamam. Bir tavuğun bile boğazlanmasına tahammül edemem “ diyen bu insanı, baktığı resim, Mehmetçiği küçülttüğü için de yaralar. “Kapatın ve kaldırın şunu ne iğrenç manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” 13.
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Türk ressamlarının yeni devlet felsefesine içten bir uyum gösterdikleri, yapıtlarını bu doğrultuda verdikleri görülür. Milli bilinci yerleştirme çabaları ve çağdaş bir devletin gerektirdiği toplumsal ve kültürel kurumları oluşturma çalışmaları, bir bakıma Türk sanatçısının yolunu aydınlatmıştır. 1930’larda yapılan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı kompozisyonlarında, konuyu simgesel ve alegorik görünümlerle yansıtma çabası ağır basar. Atatürk figürü, bu tür tablolarda, resmin merkezi ağırlığını oluşturmakta, etrafını köylü ve kentli insanlar çevirmekte, bağımsızlık tutkusunun ulusça paylaşıldığını vurgulayan yorumlara öncelik verilmektedir. Bu resimlerde coşku, sevinç, ulu önderin çevresinde halkalanmanın getirdiği değişmez bir mutluluktur. Hemen tümü, bu mutluluğu, kendi açılarından, bir kompozisyonun temel etkinliği olarak işlemişlerdir. Örneğin, Ankara Halkevi’nin düzenlediği Onuncu Yıl İnkılap Sergisi’ne önemi gereği, bütün sanatçılar katıldılar. Atatürk’ün ilgi ile izlediği, gezdiği sergide, daha çok devrimlerle ilgili konularla Atatürk portrelerine ağırlık verilmiştir.
1924’te Avrupa’ya sanatçıların gönderilmesi, Avrupa’dan dönenlerin Yeni Resim Cemiyeti’nin uzantısı sayılan Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’ni kurarak modern resmin temelini atmaya çalışması, 1933’te “D Grubu”nun kurulması, aynı yıl ressamlar için “Yurt Gezileri’nin düzenlenmesi, yine 1930’larda kurulan ve amacı, sanat alanındaki tüm çalışmaların “ulusal ülküye uygun olarak yürütülmesine ve yayılmasına, ulusun bu yönden yetişmesine ve yücelmesine” çalışmak olan Ar Genel Direktörlüğü’nün oluşturulması ve güzel sanatlar, kültür açısından önem taşıyan AR dergisinin çıkartılması, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere çeşitli kentlerde sergiler düzenlenmesi, Atatürk döneminin sanata ve resme bilinçli olarak koruyuculuk yapmasının kanıtlarıdır14.
________________________________________
NOT: 08-12 Aralık 2003 Tarihlerinde Ankara’da Gerçekleştirilen Beşinci Uluslar Arası Atatürk Kongresi’nde Bildiri olarak sunulmuştur.
1 Tayyib Gökbilgin, “Türk Toplumunda Bir Kültür Devrimi Olarak Devrimcilik”, Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi, Kalkınma için Bölgesel İşbirliği (RCD) Semineri Tebliğleri (9-11 Kasım 1967), Ankara 1972, s. 11.
2 Gültekin Elibol, Atatürk ve Resim Heykel, İstanbul 1973, s.41-49.
3 Ferit Celal Güven, “Güzel Sanatlar ve Atatürk”, AR, Sene2, Sayı: 22-23, s.7.
4 Gültekin Elibol, a.g.e., s. 10. Mustafa Kemal’in sigara paketinin altına resim çizdiğine ilişkin kayıt için; Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul 1984, s.3l.
5 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 1984, s. 128.
6 Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, Ankara 1969, s.95 ve Atatürk’ün Söylev ve De meçleri, C.I1. Atatürk Araştırma Merkezi Yayını. Ankara 1997, s.318.
7 Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara 1984, s. 173.
8 Afet İnan, a.g.e., s. 174.
1936 yılında açılan resim sergisine geç kalan Kültür Bakanına Atatürk “olara (sanatkarları kast ediyor) ve emeklerine gereken kaygı ve ilgiyi göstermek de elinizden gelmez mi” diye seslenmiştir. Ş, Ziya Dağlı, “Atatürk ve Sanat”, Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, İsparta Sayı:l, 1995, s. 142.
9 Metin Toker, “Emekliye Ayrılan Çalı’nın Hayatı”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 1947, s.2
10 Mihri Müşfik Hanım ilk kadın ressamlardan olup Paris ve Roma Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenim görmüş ve yurda dönünce (1914) İstanbul Sanayi-i Nefise Mektebi’nde öğretmen olmuştur. New York’ta Maziroff Galerisi’nde 1928’de çok başarılı bir sergi açmıştır. Adnan Turani, “Atatürk ve Güzel Sanatlar”, Atatürk Kültür ve Eğitim Semineri (29 Kasım 1982-Kayseri) Kayseri 1983, s.79.
11 Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, İstanbul 1959, s.39 ve Adnan Turani, a.g. tebliğ, s. 79.
12 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Cilt: I, s.497.
13 Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul 1964, s.24.
14 Esin Dal, “Atatürk’ü Anlamak”‘, Atatürk ve Resim, Ankara 1981, s. 130.
Atatürk'ün Cumhuriyet Hakkındaki Sözleri
Türk milleti yüzyıllar boyunca kendi egemenliğini kullanmasına engel rejimlerin acısını çekmiş, sonunda ise en uygun İdare şeklinin cumhuriyet olduğunu görmüştür. Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında çekilen birçok acının sonucunda kurulmuştur. Dolayısıyla da kurulması kolay olmamıştır. Bütün geçilen yolların, yapılan fedakarlıkların bilincinde olmak ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet yaşamasını sağlamak ise hepimizin görevidir.
Atatürk de Türk milletine en uygun yönetim şeklinin cumhuriyet olduğunu değişik sözlerinde ifade etmiştir. Atatürk’ün cumhuriyet konusundaki görüşlerine geçmeden önce “cumhuriyet” kavramının ne demek olduğuna kısaca değinmekte yarar vardır.
Atatürk de Türk milletine en uygun yönetim şeklinin cumhuriyet olduğunu değişik sözlerinde ifade etmiştir. Atatürk’ün cumhuriyet konusundaki görüşlerine geçmeden önce “cumhuriyet” kavramının ne demek olduğuna kısaca değinmekte yarar vardır.
Atatürk Döneminde Türkiye'nin Dış Politikası
Atatürk, I.
Dünya Savaşı için şöyle der: “Biz Küçük Asya’da ticarî menfaatler arayan
merkezî Avrupa Devletlerinin Yakındoğu ihtiraslarıyla bu savaşa sürüklendik”.
İşte bu savaş, Osmanlı Devleti’nin de sonunu getirdi. 1918 Mondros
Ateşkesi’nden itibaren, Osmanlı Devleti, toprak, insan ve egemenlik unsurlarını
parça parça yitirdi.
1. Dünya Savaşı bittiğinde Avrupa yine uluslararası ilişkilerin merkezini oluşturuyordu. Savaşın galipleri olan İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, savaştan büyük ekonomik zarar gören Avrupa ülkeleri yaralarını sarmaya çalışıyorlardı. Almanya yenilmişti. Rusya, İhtilal ‘in getirdiği sosyal problemler ve bunalımlarla çalkalanıyordu.
1. Dünya Savaşı bittiğinde Avrupa yine uluslararası ilişkilerin merkezini oluşturuyordu. Savaşın galipleri olan İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, savaştan büyük ekonomik zarar gören Avrupa ülkeleri yaralarını sarmaya çalışıyorlardı. Almanya yenilmişti. Rusya, İhtilal ‘in getirdiği sosyal problemler ve bunalımlarla çalkalanıyordu.
Atatürk'ün Hayatında Amasya Genelgesinin Önemi
Türk Millî
Mücadele hareketinin en önemli dönüm noktası, hiç şüphesiz, Amasya
Genelgesidir. Aslında, bu belge, biri emekli (Rauf Bey), beşi (Mustafa Kemal
Paşa, Kazım Karabekir, Ali Fuad Paşa, Refet Bele, Mersinli Cemal Paşa) muvazzaf
general tarafından imzalanmış ya da telgrafla onayı alınmış1 ve III.Ordu
Kıt’aatı Müfettişi Mustafa Kemal Paşa tarafından Anadolu’daki mülkî ve askerî
yetkililere "tamim/genelge" şeklinde gönderilmesinden dolayı
"Amasya Tamimi/Amasya Genelgesi olarak adlandırılmıştır2. Oysa genelge,
Ali Fuad Cebesoy’a göre "Amasya Mukarreratı/Amasya Kararları" idi3.
Her şeyden önce bu genelge, İzmir’in işgal edilmesiyle birlikte Yunan işgalinin
Batı Anadolu’nun içlerine doğru yayıldığı ve buna karşılık Anadolu halkının
şiddetli tepki gösterdiği bir döneme rastlamaktaydı4. Aynı zamanda bu dönem,
Ocak 1919′da başlamış olan ve Osmanlı Devleti’nin kaderinin konuşulduğu ve 31
Mayıs’da, Osmanlı hükümetinin davet edildiği Paris Barış Konferansı’na denk
düşmekteydi. Daha da ilgi çekici olanı ise Amasya genelgesinin ilgililere duyurulmasından
bir gün sonra, 23 Haziran 1919′da, Osmanlı hükümeti, daha sonra Misak-ı Millî
beyannamesi’nde de "Türkiye’nin barış şartlan" kapsamında dile
getirilen "yeni Türkiye’nin sınırları"nı içeren resmî bir muhtırayı
Paris Barış Konferansı’na sunmuş olmasıydı5.
Atatürk Döneminde Macaristan-Türkiye İlişkileri
I- Atatürk Döneminde Türk – Macar İlişkilerine Kısa Bir Bakış
Macaristan’da yaklaşık yüz elli yıldan fazla süren Türk egemenliği devrinde yaşanan kültürel ilişkilerden sonra, XIX. yüzyılda bilimsel çevrelerde başlayan araştırmalar iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirmiş, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun yanında yer alması, Türk – Macar dostluk bağlarını pekiştirmiş ; Kurtuluş Savaşı öncesinde kültürden siyasete, sağlıktan ekonomiye kadar bütün alanlarda iyi ilişkiler kurulmuştu.1
Macaristan’da yaklaşık yüz elli yıldan fazla süren Türk egemenliği devrinde yaşanan kültürel ilişkilerden sonra, XIX. yüzyılda bilimsel çevrelerde başlayan araştırmalar iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirmiş, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun yanında yer alması, Türk – Macar dostluk bağlarını pekiştirmiş ; Kurtuluş Savaşı öncesinde kültürden siyasete, sağlıktan ekonomiye kadar bütün alanlarda iyi ilişkiler kurulmuştu.1
Atatürk'ün Sömürgecilik ve Emperyalizm Hakkındaki Düşünceleri
Mücadele ve savaş… İnsanlar mücadele eder, milletler savaşır. Hayatın ve tarihin gerçeklerinden biri. Bütün çabalara rağmen insanlar arasında sürekli uyum, milletler arasında sürekli barış kurulamamış, yer yüzünde kavgasız, çatışmasız bir dönem yaşanmamıştır. Çünkü mücadeleyi, savaşı doğuran sebepler ortadan kaldırılamamıştır.
Mücadeleler, savaşlar birer sonuçtur; onların arkasında yatan sebepler vardır; sebepler yok edilmedikçe sonuçlar da zaman boyunca akıp gidecektir.
Tarih boyunca savaşlar türlü sebeplerden meydana gelmiştir; coğrafyadan, toplum ve devlet yapısından kaynaklanan savaşlar gibi:
Mücadeleler, savaşlar birer sonuçtur; onların arkasında yatan sebepler vardır; sebepler yok edilmedikçe sonuçlar da zaman boyunca akıp gidecektir.
Tarih boyunca savaşlar türlü sebeplerden meydana gelmiştir; coğrafyadan, toplum ve devlet yapısından kaynaklanan savaşlar gibi:
Atatürk'ün Yapmadıkları
Tarihe mal olmuş kişiler, yani büyük devlet adamları genellikle başarılarıyla anılırlar. Mustafa Kemal’inde başarıları sayılamayacak kadar çoktur. Onun en büyük eseri demokratik ve ekonomik dinamizmin en güzel örneği olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti 75.yılını kutlamaktadır. Her ne-kadar onu kaybedeli 60 yıldan fazla olmuşsa da, Türk ulusu onu her zaman saygıyla hatırlayacak ve yolundan yürümeye devam edecektir. 2O.yüzyılda yaşamış başka hiçbir liderin başarıları bu denli unutulmaz olamamıştır. Pek çoğu halklarını sürükledikleri felaketlerden dolayı nefretle anılmaktadır: Lenin, Stalin, Hitler, Mussolini, Horthy, Nasser, Nkrumah, Toure, Peron, Franco, Castro en bariz örneklerdir.
Atatürk'ün Vergi Hakkındaki Görüşleri
A. Verginin Önemi: Osmanlı’nın Genişlemesi, ABD’nin Kuruluşu ve Fransız İhtilâlinin Vergi İle İlişkisi
Osmanlı Devleti, yeni fethettiği yerlere, egemenliğin sembolü olarak hemen, yönetici, vergi memuru ve kadı gönderiyordu. İlk Osmanlı Sultanı Osman Gazi’nin tayin ettiği ilk memurlardan biri yönetici, diğeri vergi memuru ve Kadı Dursun Fakih76 olup, 1300 yılında, Karacahisar’a, egemenlik belirtisi olarak atanmışlardır.77 Daha "Beylikler döneminden itibaren",78 fethedilen yerlere yönetici, kadı ve vergi memuru gibi görevlilerin tayin edilmesi, Osmanlı egemenliğinin tamamlandığını gösteriyordu. Fatih Sultan Mehmet, yeni fethettiği beldelere, adeta egemenliğinin sembolü olarak, bir an önce yönetici, vergi memuru ve kadı tayin ediyordu.79
Atatürk'ün Liderliği
1. Bilime Saygısı: Dolmabahçe’de yapılan bir toplantıda Atatürk’ün oturması için çok göz alıcı ve muhteşem bir koltuk konulmuş ve Atatürk’ün yanındakiler Atatürk’e bu koltuğa oturmasını ısrar edince Atatürk’ten aldıkları cevap şu olmuştur;
“O koltuk profesörlere layıktır”
“O koltuk profesörlere layıktır”
Atatürk'ün Kastamonu Ziyaretinin Önemi
Hemen her bakımdan yeni bir yapılanmanın yaşandığı Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk, yurt gezilerine çıkmayı adeta gelenek haline getirmiştir. Atatürk, bu geleneği vefatından dört buçuk ay öncesine kadar da sürdürür. Yurdu gezmek yurdu tanımaktır. Yurdu gezmek, yurdun insanını, coğrafyasını, tanımaktır. Yurdu gezmek, yurdun insanıyla bilişmek, tanışmak, kaynaşmaktır. Yurdu gezmek, yurt için birşeyler üretmektir. Atatürk’ün yurt gezilerini biraz da böyle değerlendirmek gerekir. Osmanlı coğrafyasından kurtarılabilen anavatan topraklarını tanımak isteyen Yeni Türk devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’in yurt gezilen, Türk gezi tarihinin en güzel sayfalarını süslemektedir. Çünkü onun yun gezileri, Türk tarihinde yeni başlangıçlar meydana getirmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhuriyet ve Demokrasi Hakkındaki Düşünceleri
XVII. yüzyılın sonlarında Osmanlı devleti yeni toprak kazanımın sonuna gelmiş ve bu yoldan sağlanan gelirler kesilmiştir. Dünya ticareti Akdeniz limanlarına kaymıştır. Altın ve gümüş miktarının, Yeni Dünyanın sunumu sonucu artması para-fiyat dengesini sarsmıştır. Bu sırada İngiltere’de başlayan yeni üretim biçimi ve teknolojik gelişme karşısında Osmanlı’nın pazarını yabancı sınai ürünlere, "dışa" açması, varolan sanayii yıkıma sürüklemiştir. Neredeyse süreklilik kazanan savaşlar, merkezi yönetimin elinde toplanan tarımsal artığın yeniden üretime dönüşmesine olanak vermemektedir. Ayrıca, Osmanlı’da bu dönüşümü sağlayacak yeni örgütleme süreci ortaya çıkmamakta; değişik etnik gruplardan oluşan toplumsal yapı bu alanda ekonomik işbölümüne dayanmaktadır. Tarımsal üretimde Türkler, sanayi ve hizmetlerde azınlık ve yabancılar egemendir. Osmanlı Devleti’nin değişik etnik grupları siyasal ve ekonomik bağımsızlık peşindedir ve bu girişimlere dönemin büyük devletlerince açıktan desteklenmektedir. Osmanlı, varlığını sürdürmek için, sermaye birikimi için değil, sürekli savaşmak durumundadır.1
Mustafa Kemal Atatürk'ün Hereke Ziyareti
Kurtuluş Savaşımızda pek çok bölge ve kentimizin ulusal mücadelemize çok anlamlı ve destansı katkıları olmuştur, bunlardan biriside Hereke’dir. Hereke, Mondros Mütarekesi ile Mudanya Mütarekesi arasındaki dönemde İtilâf Devletleri’nin (İngiltere) işgalinde kalmıştır. İngilizlerin bölgeye gelişinin temel sebebi, İstanbul Boğazını ve İstanbul’u kontrol eden, aynı zamanda Anadolu’nun kapısı durumundaki Kocaeli Yarımadası’nın en stratejik mevkiinde bulunmasıdır. Ancak Hereke ve bölgesi, mevcut jeostratejisini Millî Mücadele’nin hizmetine sunmasını bilmiştir. Öte yandan Lozan görüşmelerinin kesintiye uğraması öncesinde, kuvvetlerimizin Boğazlar bölgesine harekat yapması plânlanmıştı. Bu nedenle Başkumandan, beraberindeki kumanda heyeti ile Hereke’ye gelmiş, yapılacak harekâtın plânlarını incelemişti. Daha sonra I. Ordu birliklerini denetlemiş ve onlara manevra yaptırmıştı.
Atatürk'ün Süvarilere Verdiği Önem
19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşanın Samsun’a çıkışıyla birlikte başlayan İstiklâl Mücadelesi’nin Amasya Genelgesi ile ilkeleri belirlenmiş; Erzurum ve Sivas’ta gerçekleştirilen millî kongrelerden başka ülkenin diğer yerlerinde yapılan yerel kongrelerle bağımsızlık ülküsü tüm yurt sathında millete yaygınlaştırılarak top yekûn “Millî Mücadele” hareketine dönüşmüştür.
11 Nisan 2013 Perşembe
Atatürk'ün Dil ve Kültür Anlayışı
Cephelerin başarılı komutanı, barış günlerinin devlet, siyaset ve kültür adamı Atatürk, savaş alanlarının zaferlerini iktisadî zaferlerle taçlandırmış, tarih ve kültür çiçekleriyle de çelenkler örmüştü. 1928 yılından sonra hızla gelişen tarih, dil ve kültür atılımları, onun daha genç bir subayken hayallerini süsleyen güzelliklerin gerçekleşmesini sağlamıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)