Atatürk’ün
eğitime derinden ilgi duyduğunu, Cumhuriyet eğitiminin düşünsel temellerini
attığını ve bu alanda bazı uygulamalara giriştiğini biliyoruz. Yine bildiğimiz
gibi O, Cumhurbaşkanı olmadığı taktirde Milli Eğitim Bakanı olmayı istediğini
ve “asıl kişiliğinin” öğretmenlik olduğunu, kendisinin milletinin öğretmeni
olduğunu söylemiştir.
Bildirimizin
konusu, Atatürk’ün eğitim görüşleri değildir. O’nun eğitim görüşleri
tarafımızdan ve başka araştırıcılarca birçok kez incelenmiştir. Bildirimizde,
O’nun eğitime derin ilgi duymasının nedenleri ortaya konmaya çalışılacaktır.
Atatürk’ün
eğitim düşüncesinin kökenleri başlıca dört başlık altında ele alınabilir: O’nun
yetiştiği ortam; askerlik mesleğinin O’na kazandırdıkları; Devlet kurucusu ve
başkanı olması; O’nun kişiliğindeki eğitimci özellikler.
1. Atatürk’ün yetiştiği ortam
Atatürk’ün
eğitim düşüncesinin bazı önemli kökenlerini O’nun yetiştiği, başka deyişle
çocukluk ve ilk gençlik dönemlerini geçirdiği ortamda aramak gerekir. O’nun
yetiştiği ortam üç alt başlık altında incelenebilir:
a) Eğitim ortamı
Atatürk,
“çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey mektebe gitmek meselesine aittir” der.
İlk çocukluk anısı eğitimi ile ilgili olduğuna göre, bunu hayatı boyunca
düşündüğü, bu anıdan etkilendiği söylenebilir.
Atatürk
öğrencilik hayatında birbirine zıt eğitim yöntemlerini bizzat yaşayarak
görmüştür. Bunlar baskıya dayanan, nakilci, ezberci yöntemlerin yanında kısmen
serbestiye, deneye, akla dayanan yöntemlerdir. Böylece O, bizzat kendi
şahsında, Türk çocuklarının, gençlerinin geçen yüzyılda nasıl
yetiştirildiklerini ve bunun ne gibi sonuçlar verdiğini gözlemiş, incelemiştir.
Atatürk,
düzenli ve kesintisiz bir eğitim görmüş, başarılı ve mesleğin gerektirdiği
özellikleri taşıyan öğretmenlere sahip olmuştur.
Öğretmenleri
O’nu çok değişik biçimlerde etkilemişlerdir. Biz, bunlardan ilkokul öğretmeni
Şemsi Efendi’nin O’nun üzerinde ileriki eğitim düşüncesi bakımından bazı önemli
etkilerde bulunduğu görüşündeyiz. Şöyle ki, Şemsi Efendi, eğitim tarihimizde
yeni ve kolaylaştırıcı öğretim yöntemlerini ve uygulamalarını ilk deneyen
öğretmenlerdendir. Onun öğrencileri ilkokuldan bir üst düzeydeki Rüştiye
öğrencilerinden daha bilgili, disiplinli yetişiyorlardı. Şemsi Efendi,
ilköğretimdeki yenileşme girişimleri nedeniyle, bazı bağnaz kişilerin
saldırısına uğramış fakat yılgınlık göstermemiş, kendisini öğrencilerinin iyi
yetişmesine adamıştı.
Şimdi, Harf
İnkılabı’na bakalım: Şemsi Efendi nasıl ki, çocuklara kısa sürede, kolayca ve
etkili biçimde okuma yazmayı, çeşitli bilgileri öğretebilmek için yeni
yöntemler, araç gereçler kullanmışsa, Atatürk de, Harf İnkılabı’na girişmesinin
ana amacının Türk milletine “az emekle, kolay bir okuma yazma anahtarı verip,
onu bilgisizlikten kurtarmak” olduğunu söyler. Yine Atatürk der ki: “Şurasını
tecrübe ile ifade edeyim ki, hece ve alfabe yeniliği hakikaten çocukları
güçlüklerden kurtaran, onlara küçük yaşta başarı lezzetini tattıran en etkili
vasıtadır.” Kanımızca O, burada, Şemsi Efendi okulundaki yeni yöntemlere atıf
yapıyor. Çünkü O’nun bu konuda “tecrübe ile” söylediği şey, ancak, Şemsi Efendi
okulunda görüp yaşadığı heceleme ve okuma yöntemindeki yenilikler ve bunların,
çocukları güçlüklerden kurtarıp onlara küçük yaşta tattırdığı basan mutluluğu
olabilir… İşte, Harf İnkılabı ile, kendisi, daha da kolayca okuma yazma öğrenme
mutluluğunu çocuklara ve halka tattırmak istiyor…
Atatürk’ün
dinde bağnazlığa karşı görüşlerinde, yenilikçi fikirlerinde, düzen ve disiplin
duygularının gelişmesinde de Şemsi Efendi’nin öğretim ve uygulamalarının
şüphesiz payı vardır.
Atatürk’ün
öteki öğretmenleri de O’nun üzerinde çeşitli olumlu etkilerde bulunmuşlardır.
b) Sosyal ve siyasi ortam
Atatürk,
çocukluk ve gençlik yıllarını Osmanlı Devleti’nin son ve en buhranlı, en
çalkantılı dönemlerinde yaşamıştır. Üstelik, O, bu çağlarını bir kazan gibi
kaynayan Balkanlar’da, sonra İstanbul ve ülkenin çeşitli yerlerinde geçirmiş,
yıkılmakta olan Devlet’in çöküş sebeplerini ve kurtarılma yollarını düşünme
fırsatı bulmuştur.
O şöyle der:
“Bir milletin felakete uğraması demek, o milletin hasta, hastalıklı olması
demektir. Bu sebeple kurtuluş, toplumdaki hastalığı tespit ve tedavi etmekle
elde edilir.” Yine O, “mazinin hatalarını kökünden temizlemek, düzeltmek”
gerektiğini belirtir. Eğitimle ilgili olanlar ise pek tabii bunların başında
gelmektedir.
Gerçekten
Atatürk, çocukluk ve gençlik yıllarında, içinde bulunduğu sosyal ve siyasal
ortamı iyi gözlemiş, Türk ve dünya tarihini iyi öğrenerek, bu ortamın iyi bir
değerlendirmesini yapmış, bundan dersler çıkarmıştır. Şöyle ki: Toplumdaki
başlıca eğitim kurumları olan medreseler ve sübyan mektepleri 17. yüzyıldan
beri yararsız, yalnızca din ve Arap kültürü veren okullar haline dönüşmüş,
yeniliklere cephe alıp taşlaşmışlardı. Bazı medreseliler çeşitli yeniliklere
karşı çıkmış, Tanzimat döneminde başlayan eğitimde yenileşme hareketlerini
engellemeye çalışmıştı. Atatürk, Osmanlılarda yabancı okulların istedikleri
gibi at oynattıklarını, azınlıkların eğitim yoluyla iktisaden güçlenip siyasi
bakımdan bilinçlendiklerini ve Devlet’i yıkmaya yöneldiklerini gözlemişti.
Atatürk, sadece Türklerin amaçsız, etkisiz, cılız, anlamsız, köksüz bir
eğitimin çarkları içinde kaldıkları ve milli benliklerinden habersiz
yetiştirildikleri için kendi öz yurtlarında esarete sürüklendiklerini görmüştü.
Osmanlıların
duraklama ve gerileme dönemlerinde, Türk gençlerinin en çok rağbet ettikleri
meslek din görevliliği ve memuriyettir. Tanzimat’ın eğitimde yenileşme
hareketleri içinde de memuriyet (katiplik) daha da arzulanan bir meslek haline
getirilmiştir. Gerileme ve çökmeye yüz tutma karşısında yöneticiler, aydınlar,
toplum silkinip ciddi kurtuluş çareleri arayıp uygulayacakları yerde, aksine,
gerilemenin önemli sebeplerinden olan memuriyete aşırı önem verme anlayışını
sürdürmüşlerdir. Bir dilekçe sonunda “saygılarımla” diyebilmek için yüz çeşit
anlamsız kalıp ifadelerle Türk gençleri meşgul edilmiş, konu zorlaştırıldıkça
önemli gibi görülmüştür. Bütün bunlardan sonra, Türklerin neden memuriyete
koşuştuklarına, ticaret, sanayi, iş ve müspet bilim alanlarının Rum, Ermeni ve
yabancıların elinde kaldığına şaşılır mı?
Atatürk,
bizzat yaşadığı ve yüzyıllar boyu uygulandığını gördüğü eğitim öğretim
yöntemlerinin toplumsal sonuçlarına ilişkin de şu önemli değerlendirmeyi
yapmıştır (15 Temmuz 1921, Maarif Kongresi): “Şimdiye kadar takip olunan tahsil
ve terbiye usullerinin, milletimizin gerileme tarihinde en mühim bir amil
(etkili sebep) olduğu kanaatindeyim.”
Eğitimin
milli, bilimsel ve işe yarar olmadığı günleri yaşayan ve gözleyen Atatürk, bu
durumun felaketlerimizin temel sebeplerinden olduğu sonucuna varmıştır. O’na
göre, Balkanlar’ın elimizden çıkma sebebi de, buradaki toplumların dil
kurumları ve eğitimleri ile milli şuurlarının uyandırılmış olmasıdır.
Atatürk’ün
sonraki yıllarda ortaya koyduğu eğitim görüşleri ve giriştiği uygulamalar
esasta, işte, çocukluk ve gençliğini içinde yaşadığı sosyal ve siyasal ortamda
yaptığı gözlem ve değerlendirmelere dayanır. Bu gözlem ve değerlendirmelerinden
hareket ederek O, milli eğitim, bilime dayanma, eğitimin işe yarar, üretici,
hayatta başarılı olacak aktif insanlar yetiştirmesi gibi görüşler ileri
sürmüştür.
Başka alanlardaki
düşünce ve uygulamalarının çoğunun temelinde de, O’nun çocukluk ve gençlik
çağlarını içinde yaşadığı sosyal ve siyasi ortamdan ve tarihten çıkardığı
derslerin sonuçları yer almaktadır.
c) Fikri ortam
Tanzimat
döneminin fikri ve eğitimsel ortamında bazı çelişkiler bulunmakla beraber,
eğitim, Devlet’i felakete gidişten kurtaracak en önemli araçlardan biri olarak
görülmeye başlanmış ve bu teşhis o zamandan beri her dönemde değerini
korumuştur. Düşünürler ve eğitimcilerimiz bu fikri işlemişlerdir. Mutlakıyet
döneminde fikri ortamda —baskılar nedeniyle— bir kısırlaşma görülür. Ancak,
Atatürk, çocukluk ve gençliğinde, Tanzimat döneminde ortaya çıkan bu temel
görüşten ve çeşitli yeni fikirlerden (Namık Kemal ve başkalarının)
yararlanmıştır.
2. Askerlik mesleğinin etkisi
Atatürk,
kesintisiz bir askeri eğitimden sonra, çeşitli cephelerde savaş deneyimleri
kazanmış, ülkeyi görevi nedeniyle gezmiş, üstlerini ve astlarını, halk
çocuklarını yani erleri tanımıştır. Atatürk’ün eğitim ve çeşitli alanlardaki
görüşlerinin temelinde O’na askerlik mesleğinin bu yolla kazandırdığı bazı
temel gözlemleri ve dersleri de görüyoruz.
Çok önemli
bir örnek olarak Balkan Savaşlarını (1912-1913) verelim. Balkan yenilgileri ve
felaketleri Osmanlı aydınlarının düşünce yapısında bir dönüm noktası teşkil
eder. Aydınlar bu yenilgi ve felaketlerin nedenlerini araştırmış, acımasızca
özeleştirilerde bulunmuşlar, toplumsal sorunlarla daha derinden ilgilenmeye
başlamışlardır.
Subaylarda
da aynı zihniyet değişikliğini görüyoruz. Örneğin, Binbaşı Nuri Conker, Nisan
1914’te yayınladığı Zabit ve Kumandan başlıklı kitabında, Balkan yenilgilerinin
askeri eğitimimiz ve askerlik ruhu ile ilgili nedenlerini araştırır.
Arkadaşının bu eserini okuyup beğenen ve onu tamamlayıcı nitelikte Zabit ve
Kumandan ile Hasbıhal başlıklı bir kitap yayınlayan (1918) Yarbay Mustafa Kemal
de askeri eğitimdeki eksiklerimiz, vatan sevgisi, görev duygusu ile ilgili
yetersizliklerimiz, hatta annelerin çocuklarına daha beşikte iken
söyleyecekleri ninnilerin eğitimsel değeri üzerinde durur. O’nun bu konuda
başlıca görüşleri şunlardır:
Askeri
okullarda subaylarımıza ruh ve ilim gücü üstünlüğü kazandırma yeterince
önemsenmemiştir.”Harp Okulu’ndaki öğretim, subaylığın temel görevlerini subayın
ruhuna sokacak derecede etkili değildi.” Ancak, Atatürk’e göre, daha iyi bir
askeri öğretim verilseydi bile yeterli olmayacaktı, çünkü gerçek askeri bilgiyi
verecek asıl okul, birliklerdir.
Atatürk’ün
bu kitabında şunları da yazdığını görüyoruz:
“Bulgar
milleti okuldaki çocuğunu ‘Edirne bizimdir’ şarkısıyla büyütüyor. Ey Osmanlı
subayları! Bulgar, Sırp, Yunan, Romen ordularının geceli gündüzlü çalışmalarını
ve amaçlarını gözönüne getiriniz. Ey Osmanlı ordusunun anası olan millet!
Bulgar, Sırp, Rum, Romen milletlerini ve bunların çocuklarını yetiştirmedeki
amaçlarını gözönüne getiriniz!”
“…Açık
alınlı Türk kadını! Bugünkü subayların komutasına verdiğin çocuklarına
beşiklerinde iken ninniler yaktın mı? Bu ninnilerinle onlarda bir karakter
yarattın mı?”
3. Devlet kurucusu ve Devlet başkanı olması
Türk
milleti, Atatürk’ün önderliğinde bağımsızlık mücadelesine girişirken ve
Cumhuriyet’i kurarken, gençliğin bundan sonra hangi ilkelere, amaçlara, hangi
eğitim felsefesi ve dünya görüşüne göre yetiştirilmesi gerektiğinin ivedilikle
belirlenmesi çok önem taşıyordu. Eğitim artık, süregelen, denenmiş,
değersizliği hatta zararları kanıtlanmış bir felsefe ve dünya görüşüne göre
yapılamazdı. Türk milletini ileri götürecek, insancıl, akılcı, yeni bir eğitime
ihtiyaç vardı. Bu eğitimin temel ilkelerini de Atatürk’ün belirlemesi çok
doğaldı. Çünkü O, hem geçmişten çıkan dersleri çok iyi biliyordu, hem de şimdi
yeni Devlet’in kurucusu ve başkanı idi. Bildiğimiz gibi Atatürk bunu, bazen
öneriler, bazen istekler ve talimatlar şeklinde ifade etti, fiilen “başöğretmen”
olarak çalıştı. O, özellikle öğretmenlere, anne ve babalara seslendi.
Atatürk,
böylece, ilk eğitim bilimcimiz olan Farabi’nin (870-950) bir görüşü
doğrultusunda davranıyordu: Farabi, devlet başkanının milletinin eğitimcisi
olması gerektiğini, onun öğrenme ve öğretmeyi sevmesini, her şeyi kolayca
öğretmesini bilmesi gerektiğini söylemişti. İşte Atatürk, tarihimizde pekçok
yöneticinin ihmal ettiği bu eğitimcilik görevini en iyi biçimde üstlenmiş, daha
sonraki devlet adamlarına da izlemeleri gereken bir örnek olmuştur.
4. Atatürk’ün eğitimci kişiliği
4. Atatürk’ün eğitimci kişiliği
Atatürk,
1936’da, yiğitliğini, zaferlerini, devrimlerini…anlatan bir şiir yazan Şair
Behçet Kemal Çağlar’a: “Olmamış”, der; “benim asıl bir niteliğim var ki onu hiç
yazmamışsın…Benim asıl kişiliğim öğretmenliğimdir; ben milletimin öğretmeniyim,
bunu yazmamışsın!”
Atatürk,
gerçekten, Kurtuluş Savaşı’nı ve inkılaplarını hep bu sabırlı, ikna edici,
güven verici, bilgili “öğretmenliği” sayesinde başarmıştır.
Günümüzün
eğitim bilimcileri, öğretmenliğin ve eğitimciliğin, kısmen doğuştan getirilen
(Tanrı vergisi) bazı özelliklere, kısmen de sonradan öğrenme ile kazanılan
bilgilere sahip olmayı gerektiren bir sanat ve bilim olduğunu söylemektedirler.
Bu açıdan baktığımızda, Atatürk’ün tam bir öğretmen ve eğitimci özelliklerini
taşıdığını görüyoruz. O’nun, “asıl kişiliğini” öğretmenlik olarak
değerlendirmesi bu bakımdan yerindedir.
Atatürk’ün
öğretmen ve eğitimci kişiliğini belirleyen temel özellikler nelerdir? Her biri
üzerinde uzun uzun durulması mümkün olan bu özelliklerin belli başlılarını biz
hatırlatmakla yetineceğiz.
•
“Başöğretmen” unvanını alarak (24 Kasım 1928), elinde tebeşir, kara tahta
başında ve halkın içinde, halka okuma yazma ve çeşitli bilgiler öğretmeye
girişmesi.
•
Öğretmenlere çok değer vermesi; her fırsatta okulları gezmesi, sınıflara,
derslere girmesi.
• Çocukları
çok sevmesi, eğitimde çocukluk döneminin değerini bilmesi.
• Ders
kitapları yazması.
• Her yerde
ve her zaman eğitim ve öğretimde bulunma amacını gütmesi. Bu nedenle, halka,
öğretmenlere seslenişleri yanında, sofraları ve özel sohbetlerinin de öğretici
bir değer taşıması.
• Kolay
öğretmesi; bunu yaparken, karşısındaki hedef kişi veya topluluğun yaş, meslek,
sosyal durum…gibi özelliklerini göz önünde tutarak davranması (15 Eylül 1928’de
Sinop’ta arabacı Bekir Ağaya yeni harfleri öğretirken önce At ve Ot
kelimelerini öğretmesi çok önemli bir olaydır).
• Çok açık,
anlaşılır ve inandırıcı konuşması.
•
Konuşmalarında, açıklamalarında araç gereç kullanması, krokiler vs. çizmesi
(Atatürk’ün, 1932’de ABD Elçisi General Sherrill’e, Mayıs 1919’da kendisinin
Sultan’la görüşmesini kroki çizerek anlatması, vs.).
• Öğretim ve
eğitim yöntemi olarak, takdir, teşvik, uyarı, eleştiride ve kesin isteklerde
bulunmayı yerli yerinde ve beraberce uygulaması.
• Çok
okuması ve okuduklarından çevresindekileri ve toplumu yararlandırmaya özen
göstermesi.
• Eğitimin
bilime dayanmasını ve işe yarar ürünler sağlaması gerektiğini amaç olarak
göstermesi.
KAYNAKÇA
AKGÜN,
SEÇIL-ULUĞTEKIN, MURAT: “Misak-ı Maarif, Atatürk Yolu, Mayıs 1989, Sayı 3, s.
285-349. AKYÜZ, YAHYA: Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1988’e), Ankara 1989,
543 s.
AYBARS,
ERGÜN: Atatürk Eğitim ilkeleri, 1981, 12 s. (Çoğaltma).
CONKER,
NURI-ATATÜRK: Zabit ve Kumandan-Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Ankara, 1981,
179 s. (Yayına haz.: İsmet Gönülal-Hüsamettin Unsal).
İLHAN, SUAT:
“Atatürk’ün Yetiştiği Ortam”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Mart 1986,
Sayı 5, s. 279-288.
KOCATÜRK,
UTKAN: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1984, 374 s.
MERT, ÖZCAN:
“Atatürk’ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,
Mart 1991, Sayı 20, s. 331 -346.
ÖZTÜRK,
CEMIL: Atatürk Devrinde Öğretmen Yetiştirme Politikası ve Öğretmen Yetiştiren
Kurumlar, İstanbul, 1991, 308 s. (Basılmamış Doktora Tezi).
SÖNMEZ,
CEMIL: Atatürk ve Çocuklar, Ankara, 1991, 167 s.
TEZCAN,
MAHMUT: “Atatürk’ün Eğitim Anlayışına Felsefi ve Sosyolojik Bir Yaklaşım”,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Temmuz 1989, Sayı 15, s- 557-594
NOT: Bu bildiri, 9-11 Eylül 1991
tarihleri arasında Atatürk Araştırma Merkezi tarafından Ankara’da düzenlenen
“Uluslararası ikinci Atatürk Sempozyumu”nda sunulmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder