Atatürk’ün İttihat ve Terakki Fırkası ve İttihatçı liderlerle olan
ilişkisi, yakın tarihimizin üzerinde titizlikle durulması gereken, son
derece önemli konularından biridir.
Önce “Cemiyet”, sonra “Fırka” adını alan; başlangıçta gizli, sonradan
açıkça faaliyet gösteren İttihat ve Terakki komitesi hakkında yerli ve
yabancı, taraflı, muhalif veya tarafsız birçok araştırıcının yazdıkları
eserlerde, bu dönemi yaşamışların hatıralarında, Mustafa Kemal
(Atatürk)’in bu siyasî kuruluşla olan ilişkisine —az veya çok— daima
değinildiği görülmektedir. Fakat konunun, gerçek ve yeterli bilgi ve
belgeler ışığında aydınlatılmış, tam bir tarafsızlıkla sergilenmiş
olduğunu söylemek güçtür.
Mustafa Kemal’in, İttihat ve Terakki içindeki yerinin tam ve doğru,
ayrıntılarıyla yazılıp belirtilmesi, Millî Mücadele Hareketi’nin de
noksansız ve saptırılmamış bir değerlendirilmesini sağlamış olacaktır.
Böylece, Sivas Kongresi Yemini’ni:
“… Her türlü ihtirâsât-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık
amalinden münezzeh bir azm-ü-iyman ile çalışacağıma, İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin ihyâsına çalışmayacağıma namusum ve bilcümle mukaddesatım
namına vallah, billah” diye tamamlayan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının
hâlâ İttihatçılıkla damgalanması, suçlanması ve Millî Mücadale’nin bir
İttihat ve Terakki faaliyet ve eseri diye gösterilmesi haksızlığı da son
bulacaktır.
Mustafa Kemal (Atatürk) bu partinin kurucusu değildir. Kurucu ve
liderlerinden çok sonra bu cemiyetin saflarına katılmıştır. İlk gününden
başlayarak İttihat ve Terakki’nin iç ve dış politikasını şiddetle
yermiş ve uyguladığı baskın, adam öldürme gibi hukuk, kanun dışı kanlı
terör metotlarını şiddetle eleştirmiş ve reddetmiştir. Uyarmaya
çalıştığı liderlerin umursamazlıkları üzerine de bunlara karşı, arkadaşı
Ali Fethi ile bir muhalefet kanadı oluşturmuştur. Nihayet Enver Paşa
başta, İttihat ve Terakki lider kadrosunu yurttan kaçışlarına kadar,
hatta kaçtıktan sonra da tekrar yurda girmek ve Millî Mücadele
liderliğini ele geçirmek teşebbüsleri üzerine de bunlarla yazılı, sözlü
ve fiilî mücadelelerini sürdürmüş Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki
Fırkası ve liderleri ile olan ilişkisi, insafla ele alınmalıdır.
Yüce Osmanlı Devleti’nin çöküş felâketini önlemek halisane amacına
yönelik gizli faaliyetlere, o dönemin asker-sivil birçok vatansever
aydınları gibi, Mustafa Kemal de, daha Harp Okulu görencisi iken
el-yazması gazete çıkararak katılacaktır.
11 Ocak 1905’de Harp Akademisi’ni bitirip 5 Şubat 1905’de merkezi
Şam’da bulunan 5. Ordu saflarına katılan Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal,1
sınıf arkadaşı Müfit (Özdeş) (1874-1940)’le bir yıl süvari stajı görmek
üzere 30. Süvari Alayı’na verilmişlerdir. Kısa bir süre sonra Mart ve
Nisan 1905’de Havran bölgesindeki Dürzî ayaklanmalanna karşı girişilen
harekâta katılmışlardır. Şam’a döndüklerinde komutanları Albay —bazı
kaynaklarda Binbaşı— Lütfı Bey, onları Doktor Mustafa Bey (1878 – 21
Ekim 1955) ile tanıştırmıştır. Mustafa (Cantekin), İstanbul’da Askerî
Tıbbiye son sınıflarında öğrenci iken 1900 yılında ihtilâlci
propagandalar yaptığı için tutuklanmış; üç yıl kalebentliğe mahkûm
olmuş; sonra Şam’a sürgün edilmiş ihtilâlci bir gençti. 1903’de burada
Hamidiye Çarşısı’nda küçük bir dükkân açarak ticaretle uğraşıyor görünen
Dr. Mustafa (Cumhuriyet dönemindeki Çorum Milletvekili Dr. Mustafa
Cantekin), Albay Lütfi, Doktor Yusuf, Eczacı Raşit Tahsin, Veteriner
Mehmet, Kimyacı Hüseyin ve Kâzım Beylerle, tüccardan Mahmut Bey’in
evinde toplanarak Vatan adlı gizli bir yeraltı komitesi kurmuştur.
İşte Mustafa Kemal de, arkadaşı Müfıt’le Havran bölgesinden
döndükleri 1905 Haziran’ı ile Ekim’i arasındaki bir tarihte, bu “Vatan”
adlı gizli ihtilâl komitesine katılmışlardır. Başlangıçta cemiyetin
yönetimini Lütfi Bey, para işlerini Dr. Mustafa, maarif ve teşkilâtlanma
işlerini ise Mustafa Kemal üstlenmişlerdir. Süvari Albayı Lütfi, bu
komitenin faaliyetlerini çok sakıncalı bularak ilişkisini kesince,
yönetimi de Mustafa Kemal üstlenmiştir.
Kısa zamanda Filistin ve Lübnan’daki birlikleri ziyaretleri sırasında
adını “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ne dönüştürdüğü gizli kuruluşun
Kudüs’te Teğmen Celâl, Yafa’da Yarbay Hamdi başkanlıklarında ve ayrıca
Beyrut’ta birer hücresini açmıştır.
Mustafa Kemal, bu kuruluşun ülke çapında yaygın ve tesirli olabilmesi
için Makedonya’da faaliyet göstermesinin lüzumuna inanıyordu.
Şubat-Mart 1906’da, İskenderiye ve Pire üzerinden vapurla Selânik’e
gitmek üzere Şam’dan ayrılan Mustafa Kemal, buradaki Ömer Naci, Hakkı
Baha, Hüsrev Sami, İsmail Mahir, Bursalı Tahir gibi arkadaşlarıyla Vatan
ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik Şubesi’ni kurmuştur.2
Ömer Naci hakkındaki kitabımızda ayrıntılı olarak anlatılan konuyu
burada tekrarlamadan, yalnız edindiğimiz sonucu özetle belirtmek ve
dikkatinize sunmak istiyoruz.
Şam’da önce “Vatan” adıyla kurulan, sonra “Hürriyet” adını da alan
gizli kuruluşun Selanik’te “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” diye şube
kuruşu; bunun kısa bir süre sonra hiçbir başarı sağlamadan silinişi,
Atatürk’ün hayatı, İttihat ve Terakki ile ilişkisi açısından tarihî bir
önem taşımaktadır.
Bu kuruluşu, “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” ve “Terakki ve İttihat
Cemiyeti” ile karıştırıp “İttihat ve Terakki Cemiyeti” —daha sonra
Fırkası—’nin nüvesi, başlangıcı sayarak Atatürk’ün II. Meşrutiyet
İnkılâbı’nın hazırlayıcısı olduğunu iddiaya kalkışmak yanlıştır. Önce
Dr. Mustafa’nın “Vatan,” Mustafa Kemal’in “Hürriyet” dedikleri, sonra
“Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” diye adlandırılan kuruluş henüz yokken,
kurulurken ve kurulduktan sonra çeşitli yerlerde başka başka adlarla
diğer gizli gruplar da faaliyet göstermekte idiler.
Şu kadarı bilinmektedir ki, Mustafa Kemal 1906 Mayıs’ında acele
olarak Akabe Harekâtı’nın merkezine dönmek zorunda kalıp Selanik’ten
ayrılınca, ardında bıraktığı “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” şubesi
gelişmemiş, mühim bir varlık gösterememiştir.
“Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin tüzük ve programı ile faaliyetleri ve
son buluşu hakkında Türk Hürriyet Mücadelesi ve İnkılâp tarihlerinde
geniş bir bilgi yoktur ve konu yeterince aydınlatılmış değildir.
Unutulmamalıdır ki, Mustafa Kemal (Atatürk) hiçbir zaman İttihat ve
Terakki’nin kurucularından olmamıştır. Kendisine yeminle söz vererek
Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik Şubesi’ni kuran yakın
arkadaşları, daha sonra Ahmet Rıza, Talât ve Doktor Nâzım Beylere
katılarak İttihat ve Terakki kurucusu ve ilk üyeleri olmuşlardır.
Mustafa Kemal, bu başlangıçtaki olup bitenlerden habersizdir. Öğrenince
de, en yakın arkadaşlarının vefasızlıklarına uğramış, oyunlarına gelmiş
olduğu için arkadaşlarına ve bunların katıldığı İttihat ve Terakki’ye
küsmüştür.
Daha sonra bu gizli cemiyete, 29 Ekim 1907’de, yani Enver’den bir yıl
kadar sonra, 322 sıra numarası ile girişi, 1895’den ömrünün sonuna
kadar daima sevdiği ve güvendiği arkadaşı Ali Fethi (Okyar)’nin davet,
ısrar ve rehberliğinde olmuştur.3
Mustafa Kemal, kendi kurmaya çalıştıkları Vatan ve Hürriyet
Cemiyeti’nde gerçekleştirmeyi tasarladığı birçok meselelerin, Osmanlı
İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde başarılamayacağını daha ilk günlerde
anlamış ve başlangıçtan itibaren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin
yönetici kadrosu ve liderleriyle tam bir görüş ve fikir birliğine
varamamıştır. Bu sebeple de İttihat ve Terakki içinde daima merkez
çevrelerinden uzak tutulmuştur.
Mustafa Kemal (Atatürk), Ali Fethi (Okyar) ve Ali Fuat (Cebesoy) gibi
bazı askerlerin, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin politik işlerine pek
karışmak istemedikleri anlaşılmaktadır.4
Ancak, Mustafa Kemal’in: “Ordu artık siyasete karışmamalıdır. Ordu
kışlasına dönmelidir ve politikan da siyaset meydanında kalmalıdır”
tezini5 her yerde açıkça savunması, Osmanlı İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin merkez çevrelerinde yavaş yavaş kendisine karşı asabî bir
havanın doğmasına sebep teşkil etmiştir. Enver, iyiden iyiye Mustafa
Kemal’in aleyhine dönmüştür. Mustafa Kemal’in sert tenkitleri üzerine
Hafız Hakkı’ya: “Mustafa Kemal fazla ileri gidiyor. Buna bir çare
bulalım “demiştir.6
İttihat ve Terakki içinde Mustafa Kemal’in Enver’le uyuşamadıkları en
mühim mesele, askerlerin politikadan uzaklaştırılmaları konusu
olmuştur.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1909’da Selanik’te toplanan, Rumeli
ve Anadolu yakası İttihatçılarının ilk ortaklaşa yaptıkları Genel
Kongre’de bir oturuma Mustafa Kemal başkanlık etmiştir. Bu oturumda,
Meşrutiyet ilân edileli bir yıl olduğu halde yurtta hâlâ sağlanamayan
düzen, huzur ve istikrar nasıl getirilir sorusu, bir gündem maddesiydi.
Tabiî hayatın dönmesine çare ve tedbir konusunda açılan tartışmada
düşünce ve görüşleriyle kendini gösterenler arasında, Trablus-u-garp
delegesi Kolağası Mustafa Kemal Bey de vardı.
İttihat ve Terakki’nin o dönemdeki kongreleri gizli ve geceleri
yapılmaktadır. Toplantı yeri her defasında değiştirilmekte ve her
toplantıya sıra ile delegelerden biri başkanlık etmektedir. Bu
toplantılardan birine başkanlık etmiş bulunan Mustafa Kemal Bey, —Tevfik
Rüştü Aras’ın Celâl Bayar’a yazdıklarına göre— Ordu-ittihat ve Terakki
Cemiyeti ilişkilerini ele alarak şunları söylemiştir:7
“Ordu mensupları Cemiyet içinde kaldıkça millete dayanan bir parti
kuramayız. Orduyu da zaafa uğratırız. Bugün mensuplarının çoğu ittihat
ve Terakki Cemiyeti’nin üyesi olan 3. Ordu esas itibariyle modern bir
ordu sayılamaz- Ordu ile cemiyeti ayıralım. Cemiyet, tam manası ile
siyasî bir parti halinde milletin bünyesinde kök sabin. Ordu da aslî
vazifesiyle uğraşsın. Bunun için Cemiyeti’nin muhtaç olduğu subayları
veyahut Cemiyet’te kalmak isteyen ordu mensuplarını, istifa suretiyle
Ordu’dan çıkaralım. Cemiyet’e mal edelim. Bundan sonra askerlerin
herhangi bir partiye, siyasî bir teşekküle girmelerini önleyecek kanunî
müeyyideler koyalım.”
Bayar eserinde, bir gün Atatürk ve Doktor Tevfik Rüştü Araş ile bu
hatıralar konuşulurken sorduğu “Askerlerin siyasetle uğraşmasının
önlenmesi fikrini kim ileri sürmüştü?” sorusuna Atatürk’ün karşılığını
şöyle nakletmektedir:
“Bu sualim üzerine Atatürk, özetini yazdığım yukardaki teklifini
anlattıktan sonra, Tevfik Rüştü’ye döndü ve o günün heyecanını yaşayan
bir eda ile: ‘Siz söyleyiniz Doktor. Kongrenin Genel Sekreteri
seçilmiştiniz, bilirsiniz- Ben düşüncelerimi nasıl müdafaa ettim.
Muarızlarımı nasıl kandırdım. Reislik sırası bana gelince, müzakereyi
nasıl idare ettim. Ben haklı idim değil mi?’
Atatürk, şahsa dayanan saltanat rejimini bilinen sebeplerle yıkmak
için mücadele müstesna olmak üzere, ömrü boyunca Ordu’nun ve ordu
personelinin politika sahasına inmesinin aleyhinde bulunmuştur. Bu
sebepledir ki O’nun devrinde Türk Ordusu yalnız vatan müdafaasından
ibaret olan şerefli görevinin sınırları içinde kalmıştır.”
Kongre’nin başlaması ile vazifeleri son bulan Umumî Merkez üyeleri,
Mustafa Kemal tarafından ortaya atılan ve şiddetli tartışmalara yol açan
bu tezin aleyhinde idiler. “Meşrutiyet’i korumak için askerî kuvvete
ihtiyaç olduğu” fikrini savunuyorlardı. Uzun ve sert tartışmalardan
sonra Mustafa Kemal’in teklifi büyük çoğunlukla kabul edilince, bir
hayli subay Ordu’dan ayrılıp, Cemiyet bünyesinde vazife almışlardır.
İşte Enver’le Mustafa Kemal arasındaki bu uyuşmazlık, daha da şiddet
kazanarak Millî Mücadele’nin zafere ulaşmasına kadar sürüp gidecektir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti (Fırkası) üzerinde kaleme alınmış
ansiklopedi maddemizde de belirttiğimiz gibi, Mustafa Kemal (Atatürk),
Cemiyet hakkında şu görüşleri taşımış ve savunmuştur:8
7. Cemiyeti, artık “Komite” olmaktan çıkarıp siyasî bir parti haline
sokmak; 2. Ordu’yu siyasetten tamamen ayırmak ve bazı subaylara verilen
“Hürriyet Kahramanı, Hürriyet Mücahidi” v.b. gibi unvanları kaldırmak;
3. Cemiyet’le masonluk arasında hiçbir alâka bırakmamak ve bunu
ispatlamak için de tüzükte değişiklik yaparak, Mason Tüzüğü’nden alınmış
maddeleri çıkarmak ve artık gülünç olan kabul törenini kaldırmak; 4.
Cemiyet mensupları arasındaki imtiyazlı mevkileri kaldırıp, kayıtsız
şartsız hukuk eşitliğini sağlamak; 5. Hükümet işlerini diyanet
meselelerinden ayırmak.
Enver-Talât-Cemal Paşaların oluşturdukları Triumvira’nın elinde
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sonra Fırkası’nın izlediği iç ve dış
politikayı benimseyen, eleştiren Mustafa Kemal, bu kuruluş içinde bir
ayrı kanat oluşturduğu mefkure ve mücadele arkadaşı Ali Fethi ile
Sofya’ya uzaklaştırılacaktır. Bundan sonraki dönemlerde, “asker olarak
Ordu’dan ayrılmayan” Mustafa Kemal’in artık İttihat ve Terakki Cemiyeti
mensubu sayılması mümkün değildir, hatadır. Bu dönemde özellikle
Enver’in Cemiyet ve Parti içindeki, ülkenin iç ve dış politikasındaki
davranış ve tasarruflarını asla tasvip etmeyen Mustafa Kemal, açıkça
Enver’in “muhalif ve “rakib”i kesilmiştir. Talât, Enver, Cemal ve
arkadaşlarının 2/3 Kasım 1918 gecesinde yurdu yüzüstü bırakıp bir Alman
gemisi ile kaçtıkları ana kadar bu uyuşmazlık devam etmiştir.
Mustafa Kemal’in arkadaşı Ali Fethi Bey’e çıkarmalarını teklif ettiği
ve adını Minber koyup, sermayesine de katıldığı gazetelerinde yer alan
(Kaçmışlar!) başlıklı imzasız haber yazısı, her kim tarafından kaleme
alınmış olursa olsun, gazeteyi çıkaranların Enver ve arkadaşlarının son
tutumları hakkındaki duygu ve düşüncelerini açıkça ve sert bir üslûpla
yansıtması açısından ilginçtir:9
Kaçmışlar!
Kaçmışlar, tahakkuk ediyor, kimden ve nereye? Adaletten şüphe etmek,
kendi milletinden, memleketinden şüphe etmek bu, bir insanın nefsinden
şüphe etmesine muadildir. Mahkeme var, kanun var, tarih var ve bunların
hepsinin fevkinde Allah varken kimden ve nereye kaçarlar? Vicdanları
pak, alınları açık, muhti (hata eden, yanılan) obalar da müctehed
(içtihat olunmuş) olduklarını her zaman iddia ederlerdi? Neden
korktular? Padişah ve Hükümet intikam siyasetinden müteneffir (iğrenen,
tiksinen), ümmet yalnız adaletin tecelliyâtına muntazır (gözleyen,
bekleyen), ortada idare-i kanuniye hükümfermâ (hüküm süren, geçici),
ihtilâl yok, anarşi yok ki bu garip firar için bir mazeret tasavvur
olunabilsin.
Fakat bu suretle beyhude nefes tüketmeyelim, ^aman herkesin
mahiyetini gösterdi ve gösterir. Her halde caniler için necat (kurtuluş)
yoktur.
Eyn-ül-meferr? (Kaçacak yer yok mu?) Memleket kâbustan kurtuldu.
Mecnun veya cani halk içinde daima muzırdır. Çare birinin zindana,
birinin şifahâneye isalidir (ulaştırılmasıdır, vardırılmasıdır). Fakat
bunlar intihar ederlerse yapacak bir şey kalmaz Hayatta bulundukça
bunlar er-geç yine lâyık oldukları mevkilere tıkılırlar. Bundan şüphe
etmeyelim.
Lâkin ders-i ibret almaya bir mâni yoktur. Bütün nefret ve
istikrahımızı (tiksinmemizi, iğrenmemizi) bir tarafa bırakarak bu
dersten istifade edebiliriz. “Başkasını aldatmak kendini aldatmaktan
başka bir şey değildir.” Şu elim kıssadan bu selim hisseyi çıkaran
aldanmaz..
Dikkate değer bir noktadır ki, Mustafa Kemal Paşa’nın arkadaşı Ali
Fethi Bey tarafından İttihat ve Terakki’ye karşı kurulan Osmanlı
Hürriyetperver Avam Fırkası’nın yayın organı olarak çıkan Minber
gazetesine daha ilk gününde saldıranlar, bu gazetenin İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin fikirlerini yaydığı ve Tanin yerine çıktığı yolunda
asılsız iddia ve ithamlar ileri sürmüşlerdir.10
Bu konudaki bir inceleme ve araştırmamızda şu açıklama ve aydınlatmayı yaptık: 11
“ittihat ve Terakki’nin ilk dönemlerinden başlayarak askerlerin
politikaya karışmalarına; ittihatçılığın siyasî cinayetler düzenleyen
adî bir komitacılığa dönüştürülmesine ve Enver’in baş çektiği Bâb-ı Âlî
Baskını ve Nâzım Paşa’nın öldürülmesi gibi siyasî cinayet kararları alıp
uygulamasına şiddetle karşı olan Mustafa Kemal —Ali Fethi ikilisi,
Cemiyet’in son döneminde büsbütün belirmiş yanlış iç ve dış politikasını
asla benimsememiş; onları çekinmeden açıkça eleştirmiş, uyarmaya
çalışmışlardır. Bu iki mefkure arkadaşı, Enver ve Talât Paşaların
yurttan kaçmadan önce geride bırakmaya çalıştıkları Teceddüt Fırkası
gibi tampon kuruluşlardan da uzak kalmışlardır. Buna karşı, Ali Fethi
Bey, Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası ‘nı ve Minber gazetesini
kurmuş; Mustafa Kemal Paşa da — askerlik sınırları içinde kalarak —
arkadaşına destek olmuş ve İttihatçı liderlere karşı davranışlarını
birlikte sürdürmüşlerdir. “ 12
Minber’in birinci sayısında, “Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası
Programı “ yer almış bulunuyor.13 İkinci sayısındaki “ittihat ve Terakki
Kongresi” Talât Paşa ve Ziya Gökalp’ın istifaları ve yeni programla
ilgili haberde ise: “Hürriyetperver Avam Fırkası azası, mükerrer
tekliflere rağmen bu içtimada hazır bulunmaya muvafakat etmemişler ve
binaenaleyh kongreye iştirak eylememişlerdir” denilmektedir.14
Buna rağmen Ermenice Norki Yank, Türkçe Sabah gibi bazı gazeteler
Minbefi İttihatçılıkla suçlamışlardır. Bunun üzerine gazetede şu not yer
almıştır: “…Refikimiz bu havadisi acaba nereden almıştır? Norki Yank,
birinci nüshamızdan bugüne kadar yazdığımız şeyler içinde Cemiyet’in
nokta-i nazarını terviç ettiğimizi (tuttuğumuzu, desteklediğimizi) ispat
edecek ne gördüğünü bize lütfen haber verirse pek memnun olacağız. “
Minber’i çıkaranlar (Ali Fethi Bey ve Mustafa Kemal Paşa), gazetenin
51. son sayısında yayına son verme sebebini açıklayarak gazetelerini
kapamışlardır. Bu tarihten 150 gün sonra Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs
1919 Pazartesi sabahı Samsun’a çıkarak Millî Mücadele’yi Anadolu’da
başlatmıştır.
Birinci gününden Millî Mücadele’ye gölge düşürmek, Kuvâ-yi
Milliyecilere güvenilmemesi propagandası ile Millî Mücadele’yi
başarısızlığa uğratmak için işbirliği yapmış bulunan yerli vatan
hainleri ile yabancı düşmanlar, şu yalanı yaymışlardır: Bu hareket, bir
İttihat ve Terakki hareketidir ve başındakiler de İttihatçılardır.
Bir zamanlar İttihat ve Terakki’yi göklere çıkaran15 Damat Ferit’in
Ayan azası iken kurucularından ve ilk başkanı bulunduğu Hürriyet ve
İtilâf Fırkası16, kurulduğu ilk günden itibaren, İttihat ve Terakki
Cemiyeti’ne düşman kesilmiştir. Mütareke ve işgal yıllarında ise,
İngiliz siyasetini de benimseyerek, bir yan kuruluşu olan Türkiye’de
İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin bütün teşkilâtı ve yayın organlarıyla
ortaklaşa yurt ölçüsünde, İttihatçı saydıkları, İttihatçı diye
yaydıkları Millî Mücadelecilere karşı yıkıcı bir saldırı ve propagandaya
girişmişlerdir.17
“Millî Mücadele’de İttihatçılık” adlı eserin sahibi genç Hollandalı
Profesör Erik Jan Zürcher’in de belirttiği gibi: “İster Ali Kemal ve
Damat Ferit Paşa gibi İtilâfçılar olsun, ister İngiliz haber alma
servisinden olsun, birçok Millî Mücadele düşmanı kimseler, bu
mücadelenin bir İttihatçı tertibi olduğuna inanıyorlardı. 18
İngiliz Yüsek Komiseri Oramiral Arthur Calthorpe’un Londra’ya
Dışişleri’ne gönderdiği birçok raporda aynı görüş aksettirilmişti.19
Yabancı basın da aynı yolda teşhis, yorum, değerlendirme ve propaganda
yapıyordu.20
Kuşkusuz Millî Mücadele’ye katılan Kuvâ-yi Milliyeciler arasında daha
önce İttihat ve Terakki Fırkası’na girmiş; Osmanlı Meclisi’nde bu
fırkanın mebusluğunu, hatta bakanlığını yapmış; Cemiyet’in ve Parti’nin
çeşitli kademelerinde hizmet vermiş siyasîler, askerler ve idareciler
bulunmaktadır. Diğer siyasî parti ve kuruluşlarda yer almış
vatanseverler de vardır. Fakat bunların hiçbiri Millî Mücadele
saflarında iken artık eskiden bulundukları kapanmış, tarihe mal olmuş
partilerinin temsilcileri değil, yalnız ve yalnız Kuvâ-yi Milliyeci
idiler.
Bu gerçekler yanında bir de İttihatçılar, 1-5 Ekim 1918’de, Musul
Mebusu Şair Mehmet Emin (Yurdakul) başkanlığında, partilerinin son
kongresini yaparak, “İttihat ve Terakki adının tarihe karıştığı”
kararını aldıkları halde, hâlâ Mustafa Kemal Paşa başbuğluğundaki Millî
Mücadele’yi başlatanları İttihatçı, Millî Mücadele Hareketi’ni de bir
İttihat ve Terakki Hareketi diye saymak ve yaymak, tarihe, gerçeklere
ters düşen bir yalan ve iftiradır.
Millî Mücadele sırasında yurt dışında İttihatçılıklarını sürdüren
liderlerin yurt içine girmeleri, Mustafa Kemal Paşa’nın özellikle Enver
Paşa’ya karşı Erzurum, Trabzon, Batum ve Baku’da kurdurduğu barikatlar,
ustaca tedbirlerle önlenmiş ve bunlar dışarıda yollarının kurbanı
olmuşlardır. Yurt içindeki İttihatçılardan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne
sadakatla katılmak fırsatını kullanmayanlar ise, İstiklâl Mahkemesi
karan ile tasfiye edilmişlerdir.
Konuyu şöyle özetlemek mümkündür: Atatürk’ün gizli bir komite
faaliyeti çerçevesinde kurulmuş bulunan “Karakol Cemiyeti”nin21 pekçok
faydalı millî hizmetler görmüş olmasına, Millî Mücadele’yi
desteklemesine rağmen, kuruluş, kadro, metot ve uyandırdığı izlenim
bakımından ve Kafkaslardaki faaliyetlerinden ötürü İttihatçılarla mevcut
ilişkisi yüzünden derhal kapatılmasını isteyişi; Enver Paşa’nın tekrar
yurda dönmesini başarıyla engelleyişi; son kalan İttihatçıların
bazılarını İstiklal Mahkemesi’ne gönderişi; içeride ve dışarıda Millî
Mücadele’nin yeni bir İttihatçılık olduğu yolundaki asılsız, yıkıcı
propagandaları yalanlamak; yanlış yorum ve yargıları çürütmek, düzeltmek
suretiyle Türk milletinde, İtilâf Devletleri’nde ve dünya kamuoyunda
güven ve inanç sağlamadaki dikkat ve hassaslığı; Millî Mücadele’yi
başarıya ulaştırmak, yaptığı inkılâpları garantiye almak kaygısıyla
İttihatçılardan gelecek iç ve dış tehlikeleri bertaraf edişi, Atatürk’ün
bu köklü siyasî parti ile olan ilişkisinin birer safha ve
belirtileridir.
En aşın İttihatçılardan sayılan Karakol Cemiyeti kurucusu Kara Vâsıf
Bey’in Sivas Kongresi’nde “Yemin” konusu görüşülürken söylediği sözler
aynen şöyledir:22
İttihat ve Terakki artık ölmüştür; fakat başka bir nam altında
canlanabilir; bu tehlikeyi naz.ar-% itibara alıp hiçbir fırka ve
cemiyetle münasebetimiz olmadığına ve yalnız milletlerin selâmeti
uğrunda çalışılacağına yemin etmek daha muvafık olur.
Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın “Harekât-ı Milliye’yi Bolşeviklik ve
İttihatçılıkla suçlamaya kalkışı” üzerine gösterilen tepki, Sivas
Kongesi’nin Altıncı Genel Oturumu’nda tartışmalara yol açmıştır. Bu
konuda Padişah’a yazılan ariza okununca Reis Paşa (Mustafa Kemal)’nın:
“Bolşevikliğin yanına bir de İttihatçılık tabiri ilâvesine müsaade
buyurulur mu?” sorusu, Muvafıktır! sedaları ile karşılanmıştır.23
Mustafa Kemal Atatürk, asla kurucularından, Umumî Merkez üyelerinden,
yönetici liderlerinden, mebus veya nazırlarından biri olmadığı İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin gizli kuruluş döneminde, Kolağası rütbesindeyken
kısa bir süre üyesi bulunmuştur. Kongresi’ne katılmış ve daha
başlangıçta askerlerin politikadan uzak kalmaları teklifi ile İttihat ve
Terakki yapısını ve asker liderlerini eleştirmiştir. Metot ve
prensiplerine karşı koyduğu; vatan ve millete zarar getirilmelerini
önlemeğe çalıştığı, uyarmalarına kulak asmayan liderleriyle mücadele
ettiği ve nihayet İstiklâl Mahkemesi’nde son tasfiyesini yaptırdığı
İttihat ve Terakki Fırkası hakkında Atatürk’ün son hükmü şudur: İttihat
ve Terakki vatansever bir kuruluştur, kusurları, yanlışları ve zararları
olmuştur. Ama vatanseverliği, tartışmaların üstündedir.
1 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, C.I, Kısım I, Ankara 1963, s. 196.
2 Dr. Fethî Tevetoğlu, Ömer Maçı, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Türk Büyükleri Dizisi, 45, 2. Baskı, Ankara 1987, ss. 62-83.
3 Ibid, s. 77 v.d.
4 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908, Oxfort 1969.
5 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., ss. 403-06.
6 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul 1969, s. 56.
7 Celâl Bayar, Ben de Yazdım, Cilt, 2, İstanbul 1966, ss. 506-07.
8 Fethî Tevetoğlu, İttihat ve Terakki Cemiyeti (Fırkası), Türk Ansiklopedisi, Ankara 1972, Cilt, 20, ss. 446-52.
9 Minber, 6 Teşrin-i sânî (Kasım) 1334 – 1918 Çarşamba (1 Safer 1337), Sene, 1, No. 6, s. 1.
10 Minber 5 Teşrin-i sânî (Kasım) 1334-1918 Salı, No. 5, s. 2.
11 Dr. Fethî Tevetoğlu, Atatürk’le Okyar’ın Çıkardıkları Gazete:
Minber, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Kasım 1988, Cilt, V, Sayı,
13, ss. 183-93.
12 Fethî Tevetoğlu, Ali Fethi Okyar’ın Serbest Fırka Hatıraları, Teni Forum, 1-15 Nisan1988, Cilt, 9, Sayı, 206, ss. 33-34.
13 Minber, 1 Kasım 1918 Cuma, Nu. 1, s. 1.
14 Minber, 2 Kasım 1918 Cumartesi, Nu. 2, s. 1.
15 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Osmanlı Devri’nde Son Sadnâzamlar, 4, Basım, İstanbul 1969, s. 2034.
16 Dr. Rıza Nur, Hürriyet ve İtilâf Nasıl Doğdu, Nasıl Öldü?, İstanbul 1335 (1919), s. 15.
17 Dr. Fethî Tevetoğlu, Millî Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1988, s. 103 v.d.
18 Erik Jan Zürcher, The Unionist Factor, The Role of the Committee
of Union of Progress in the Turkish National Movement 1905-1926, Leiden
1984, p. 68.
19 Bilâl N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, Vol. 1, Nisan 1919 – Mart 1920, Ankara 1973 s- 239.
20 Le Temps, 18 Aralık 1918, 24 Ocak 1919 ve 24 Ağustos 1919; The Times, 7 Ağustos
20 Dr. Fethi Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, ss. 1-50.
22 Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanakları, Türk Tarih Kurumu Yayınlarından, Ankara 1969, s. 19.
23 Ibid, s. 85.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder