Türk Millî
Mücadele hareketinin en önemli dönüm noktası, hiç şüphesiz, Amasya
Genelgesidir. Aslında, bu belge, biri emekli (Rauf Bey), beşi (Mustafa Kemal
Paşa, Kazım Karabekir, Ali Fuad Paşa, Refet Bele, Mersinli Cemal Paşa) muvazzaf
general tarafından imzalanmış ya da telgrafla onayı alınmış1 ve III.Ordu
Kıt’aatı Müfettişi Mustafa Kemal Paşa tarafından Anadolu’daki mülkî ve askerî
yetkililere "tamim/genelge" şeklinde gönderilmesinden dolayı
"Amasya Tamimi/Amasya Genelgesi olarak adlandırılmıştır2. Oysa genelge,
Ali Fuad Cebesoy’a göre "Amasya Mukarreratı/Amasya Kararları" idi3.
Her şeyden önce bu genelge, İzmir’in işgal edilmesiyle birlikte Yunan işgalinin
Batı Anadolu’nun içlerine doğru yayıldığı ve buna karşılık Anadolu halkının
şiddetli tepki gösterdiği bir döneme rastlamaktaydı4. Aynı zamanda bu dönem,
Ocak 1919′da başlamış olan ve Osmanlı Devleti’nin kaderinin konuşulduğu ve 31
Mayıs’da, Osmanlı hükümetinin davet edildiği Paris Barış Konferansı’na denk
düşmekteydi. Daha da ilgi çekici olanı ise Amasya genelgesinin ilgililere duyurulmasından
bir gün sonra, 23 Haziran 1919′da, Osmanlı hükümeti, daha sonra Misak-ı Millî
beyannamesi’nde de "Türkiye’nin barış şartlan" kapsamında dile
getirilen "yeni Türkiye’nin sınırları"nı içeren resmî bir muhtırayı
Paris Barış Konferansı’na sunmuş olmasıydı5.
Ancak Amasya Genelgesi sözkonusu edildiğinde bu tarihî gelişmeler üzerinde nedense pek durulmamaktadır. Onun daha ziyade Türkiye’nin iç siyasî gelişmeleri içinde ele alındığı ve Mustafa Kemal Paşanın eylemleri çerçevesinde "her şeyin başlangıcı" şeklinde değerlendirildiği gözlenmektedir. Daha açıkça ifade edecek olursak, Amasya Genelgesi’nin en önemli özelliğinin, Türk millî mücadele hareketinin amaç ve yönteminin ilk defa açıklanması olduğu vurgulanmaktadır. Fakat, bu eksik bir değerlendirmedir. Bilinenin aksine Amasya Genelgesi, Mondros Mütarekesi’nden sonra ortaya çıkan bölgesel nitelikli Müdafaa-i Hukuk hareketlerinin, perakende kurtuluş çarelerinin yaşanan siyasî gelişmeler ortamında çare olamadığını dile getiren ve ülke çapında yekpare örgütlenmeye olan acil ihtiyacı ilk kez ortaya koyan bir girişimdir6. Tarihî süreklilik içinde olayları değerlendirirsek, Amasya Genelgesi’nin "biricik özelliği" buradadır. Ne hikmetse Amasya Genelgesi’nin bu özelliği göz ardı edilerek onun yukarıda eksikliğini vurguladığımız özelliği abartılarak "ihtilal beyannamesi" olduğu dahi yazılmıştır. Bu çalışmanın amacı, analitik bir tarzda aşağıdaki soruları sorarak Amasya genelgesine atfedilen "ihtilal beyannamesi" nitelemesini sorgulamaya çalışmaktır:
1-Kavram açısından: Amasya Genelgesi, ihtilal kavramının tanımına ve gelişme aşamalarına uymakta mıdır?
2-Atatürk, Amasya Genelgesi’ni bir "ihtilal beyannamesi" olarak tanımlamış ve değerlendirmiş midir?
3-Eğer öyle değilse, bu tanımlama ve niteleme niçin yapılmıştır? Bunun ideolojik bir tarafı var mıdır?
1- Kavram açısından: Arapça bir kelime olan ihtilal, azaltmak ve kısaltmak anlamındaki "hail" kökünden gelmekte ve "kargaşalık, düzensizlik, karışıklık" anlamlarını taşımaktadır. Bu anlamıyla ihtilal, "bir devletin siyasî teşkilatını, kanunî şekillere hiç riayet etmeksizin, değiştirmek üzere cebir ve kuvvet ile yapılan geniş mikyasda halk hareketi" olmaktadır7. Türkçe Sözlük’de ise, bu tanım, aynen sadeleştirilerek yer almış ve sadece, hareketin amaçları arasına sosyo-ekonomik yapının değiştirilmesi eklenmiştir8. Buna rağmen İbrahim Kafesoğlu devletçi bir bakış açısıyla ihtilali, her hal ve harekette olumsuz görmekte, "mevcut bütünlüğü, ahengi bozmaya, düzeni parçalamaya, nizamı dağıtmaya yönelik" bir nitelik taşıdığını düşünmektedir9. Ancak, hukuk tarihçileri, bu düzensizlik eylemini/ihtilal hareketini meşru gösteren tek unsurun, mevcut sistemin zor kullanarak iktidarda kalma çabası olduğunda hemfikirdirler. Bu ise zulümle ayakta durmaya çalışan sisteme karşı her türlü direniş hareketini meşru kılmaktadır. Buradan hareketle bir hukuk tarihçisi olan Selçuk Özçelik, ihtilali, "memleketteki mevcut ve müesses siyasî rejim ve müesseselere karşı halk kitlelerinin ayaklanarak mevcudu yıkıp onun yerine yeni bir siyasî rejimin kurulması" olarak tanımlamıştır. Ona göre ayrıca ihtilal, kanlı bir olaydır10. Yine bir anayasa hukukçusu olan Hüseyin Nail Kübalı da ihtilali, dar anlamda, "zulme karşı direnme, bir isyan" olarak açıklamıştır11. Aynı şekilde Yusuf Akçura da 2O.yüzyılın başında ihtilali bir ayaklanma olarak değerlendirmiştir. Nitekim Yusuf Akçura, Eylül 1905′de birinci Rus devrimini konu alan makalesinde inkılapdan hareketle ihtilali bir toplumda sosyal yapının birdenbire ve şiddetle kısa zaman içinde bozulması olarak tanımlamıştır12:
"Her cem’iyyette sunuf-ı muhtelife-i ictima’iyye vardır. Sunuf-i ictima"iyye muvazene-i kat’iyye halinde asla bulunmaz. Her cem’iyyet inkılab-ı da’imidir. Lakin bu inkılab ekseriya o kadar ağır ve sakin bir devamdır ki, bir zaman meyanında adeta his olunmaz. İhtilal ise muvazenet-i ictima’iyyenin birdenbire ve şiddetle bozulmasıdır. İhtilal kısa zaman içine sıkıştırılmış inkılap dernektir."
Aynen Yusuf Akçura gibi Ahmet Mumcu da, ihtilali bir toplumda sosyal ve iktisadi dengenin bozulması sonrasında ortaya çıkan "kısa süreli ve sert bir eylem" olarak değerlendirmiştir. Ona göre ihtilalciler, zaman kaybetmemek için eylemlerini kısa sürede bitirmek istemekte ve ondan dolayı da şiddete başvurmaktadırlar.Sonuçta ihtilal, bir düzensizlik, patlama ve ayaklanma devresi olmaktadır13.
Ancak Sabahattin Selek’e göre ihtilalin kesin bir tanımı olmamakla beraber yine de ihtilali hazırlayan etkenler, ihtilalin oluş şekli, amacı ve dayandığı güç ya da güçler gibi bazı unsurlar üzerinde ortak bir görüşe ulaşmak mümkündür. Selek, ihtilali, esas itibariyle bir "değişme" olarak kabul etmekte ve Fransız Laurousse Ansiklopedisi’nin "bir devletin ekonomik, sosyal yahut politik strüktürünün anî ve şiddetli bir şekilde değişmesi" şeklindeki ihtilal tanımını benimsemektedir. Bu bakımdan Selek, ihtilalin tanım ve niteliği konusunda, Yusuf Akçura ve Ahmet Mumcu ile aynı görüştedir14 .
Görüldüğü gibi ihtilal, yönetenin yönetilen üzerinde zorla hükümran olduğu toplumlarda mevcut yönetime karşı aniden ortaya çıkan kısa süreli kanlı hareketlerin adıdır. 1789 Fransız İhtilali, 1917 Rus İhtilali ile
20.yüzyılın son çeyreğinde patlak veren 1979 İran İhtilali bu tarz hareketlerdir.
Bunun dışında Yavuz Abadan, Hamza Eroğlu ve Toktamış Ateş gibi "Türk İnkılap Tarihi" yazarları ihtilalin yukarıda verdiğimiz tanımlarını kabul etmelerine rağmen Atatürk’ün eylemlerinin bütününü tanımlarken "devrim" kavramını benimsemektedirler. Yavuz Abadan, Batı dillerindeki "revolution" karşılığı olarak genellikle Türkçe sözlüklerde, ihtilal anlamı verilmesine, kendisi de inkılap veya ihtilal anlamlarına geldiğini bilmesine rağmen "devrim" kelimesini kullanmaktadır. Abadan, ihtilalin Atatürk’ün eylemlerini ifadeye yetmediği düşüncesindedir. Ona göre" gerçekte ihtilal kelimesi canlı ve enerjik bir hareketin ifadesi olmakla beraber devrimin ancak bir safhasını daha doğrusu tamamlanmamış durumunu ifadeye elverişlidir."15. Bu bakımdan Atatürk’ün eylemleri, yeni bir hukuk kaynağı yaratması ve buna uygun bir müesses düzeni kurması yönüyle bir "devrim"dir16. Yine bir hukukçu olan Hamza Eroğlu da, devrimi ihtilalden daha geniş bir anlamda, halk hareketi olarak mevcut düzeni zor kullanarak yıkma ve sonra yıkılan düzen yerine yeni bir düzen kurma şeklinde değerlendirmektedir. Ayrıca, Hamza Eroğlu, isyan veya ayaklanmadan farklı gördüğü ihtilalin devrimin bir aşaması olduğunu düşünmektedir17. Öyle ki Eroğlu, devrimi, halk hareketi (ihtilal), mevcut düzeni yıkma ve yeni düzen kurma şeklinde üç aşamalı bir olay olarak görmektedir18.
Bir "Türk Devrim Tarihi" yazarı olan Toktamış Ateş, "yaşayan dilimizde devrimin ihtilal anlamına kullanıldığı kabul etmekle beraber devrimin inkılap olduğunu savunmaktadır. Ona göre, bir grubun devlet yönetimini zorla ele geçirmesi ihtilal olmakta ve bu tür eylemlerin "devrim" sayılabilmesi için eylemci grubun "pek kısa zamanda temelli ve önemli değişiklikler yapması" gerekmektedir ki, bu değişiklikler "devrim"dir. Daha açıkçası, T.Ateş’in deyimiyle inkılapdır19.
Anlaşılan o ki, ihtilal, inkılap ve devrim kavramları zaman zaman birbirinin yerine kullanılmakta; bazen de ihtilal, inkılap veya devrimin bir önceki aşaması olarak kabul edilmektedir. Ancak, ihtilal hangi siyasî ve toplumsal durumu ifade ederse etsin, mevcut düzene karşı kısa süreli aniden ve şiddet içeren bir başkaldırı/ayaklanma olduğu muhakkaktır. Burada şu soru önemlidir: Eğer ihtilal bu ise Amasya genelgesi, bu tanıma uymakta mıdır? Acaba, Amasya genelgesi, neyin genelgesidir, neye karşı bir çağrıdır?
Genel olarak baktığımızda, Amasya genelgesi, millî hakimiyet bildirisi, bağımsızlık bildirisi veya ihtilal bildirisi şeklinde tanımlanmaktadır. Şunu ifade edelim ki, Atatürk başta olmak üzere Kazım Karabekir, Ali Fuad Cebesoy, Rauf Orbay gibi dönemin önemli şahsiyetlerinin eserlerinde Amasya genelgesi dahil Atatürk’ün bütün eylemleri hakkında bu tarz bir niteleme bulunmamaktadır. Hatta, Tarih IV Türkiye Cumhuriyeti adlı eserde ihtilal sözü geçmemektedir. Fakat, Amasya genelgesi hakkında "Türk milletinin milletçe ilk organizasyonuna başlangıç olmak itibariyle çok ehemmiyeti haiz" nitelemesi vardır20. Sadece, Mahmud Esat Bozkurt, bu dönemdeki gelişmeleri anlatırken "Türk İhtilali"nden sözetmiştir21. Örnekleme yöntemiyle tesbit edebildiğim kadarıyla Enver Ziya Karal22, "millî hakimiyet", Yavuz Abadan23 "inkılap iradesinin ilk hukukî ifadesi", Enver Behnan Şapolyo24 "millî hakimiyet yolunda atılmış bir adım", Doğu Ergil25, Türk ulusal devletinin doğuşunu hazırlayan olayları açış belgesi" şeklinde Amasya genelgesini millî egemenlik açısından değerlendirirken, Hamza Eroğlu26, Sabahattin Selek27, Ahmet Mumcu28, Salahi R. Sonyel29, Ergun Aybars30, Suna Kili31, ile Ali İhsan Gencer-Sabahattin Özel32′in eserlerinde Amasya genelgesinin "ihtilal bildirisi" niteliği taşıdığı yazılmaktadır.
Görüldüğü gibi bütün bu değerlendirmeler, döneme ait belgelere dayanmış gözükse de tarihe eleştirel bakamamaktan kaynaklanan çoğunlukla birbirinden etkilenmelerin sonucunda aynı yargıların tekrarlandığı dikkati çekmektedir. Ayrıca bu yargılarda ideolojik ön kabullerin- Osmanlı altanat ve hilafet karşıtlığı veya taraftarlığı gibi- de belirleyici olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu ise sakınılması gereken tarihe bugünden bakış (retrospektif bakış) anlamına gelmektedir ki, doğrusu tarihi olguları o günün şartları içinde değerlendirme (prospektif bakış) gerekliliğidir.
Bu prospektif bakışa göre, her şeyden önce, Amasya genelgesi, başta da belirttiğimiz gibi, Mondros Mütarekesi’nden sonra başlayan işgalleri sona erdirmek ve vatanın kurtarılmasını sağlamak amacıyla hazırlanan bir belgedir. Nitekim Mustafa Kemal Paşaya göre "Tezahür eden millî mücadele, harici istilaya karşı vatanın halasını yegane hedef kabul etmişti33. Aynı şekilde Mustafa Kemal Paşa, 18 Haziran 1919′da, Edirne’deki I.Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşaya verdiği direktiften hareketle mevcut amacı "Anadolu ve Rumeli teşkilatı milliyesini tevhid ederek bir merkezden temsil ve idare eylemek üzere, Sivas’ta umumî bir heyeti millîye toplamaktı" diye açıklamıştı34. Dahası Mustafa Kemal Paşa, böyle bir amacı ortaya çıkaran şartları da Cafer Tayyar Paşaya gönderdiği telgraf emrinde işgalci güçler karşısında merkezi hükümetin "esir ve aciz vaziyeti" şeklinde ifade etmiş ve " Tekmil Anadolu ahalisi istiklali millîyi tahlis için baştan aşağı yek vücut bir hale getirilmiş ve bilaistisna tekmil kumanda heyetleri ve arkadaşlarımız yüksek bir fedakarî ile müştereken ittihazı karar eylemiştir" diye yazmıştı35. Bunun dışında, Amasya Genelgesi’nde, milletin durumunu ortaya koymak, hukukunu dünyaya duyurmak için her türlü tesir ve denetimden uzak bir millî heyetin kurulmasından (madde 4) söz edilmekteydi. Kanaatimizce bu husus, vatanın kurtarılmasıyla ilgili bir girişim idi. Bundan dolayıdır ki, 15.Kolordu Komutanı Kazım Karabekir başta olmak üzere sivil ve askerî erkan Mustafa Kemal Paşaya destek vermekteydiler. Ancak daha sonra Mustafa Kemal Paşa lehine ortaya çıkan ve onun siyasî gücünü artıran bu durum, biraz da, Damad Ferid Paşa hükûmeti’nin "esir ve aciz bir hükümet" olması bir yana, genişleyen işgallere rağmen vatanın kurtuluşunu siyasette görmesi, her türlü askerî hareketin, doğabilecek asayişsizliğin İtilaf Devletlerinin daha da şiddetli işgal ve müdahalesine yol açabileceği endişesi ve en önemlisi Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşlarının "ittihatçı" olarak görülmesi sebeplerinin bir sonucu idi. Bu ise artan oranda Mustafa Kemal Paşanın liderlik vasfının belirginleşmesinin etkisiyle tedricen Ankara’da, İstanbul’un dışında yeni bir iktidar odağını ortaya çıkarmıştı36. Bundan dolayı, Millî Mücadele hareketi bir yönüyle vatanın kurtarılması diğer yönüyle iktidar mücadelesi niteliği taşımaktadır. Kanaatimizce, bu iktidar savaşının başlangıcı, Amasya genelgesi değildir. Hatta, bu genelge, amacı itibariyle ihtilal bildirisi hiç değildir. Nitekim, Şevket Süreyya Aydemir, bu hükmü genelleştirerek Türk Millî Mücadele hareketinin hiçbir surette ihtilal olmadığını, Mustafa Kemal Paşanın da "ihtilalci olmaktan daha ziyade inkılapçı" nitelik taşıdığını belirtmiştir. Ona göre, aksi davranış, "gerçekleri zorlamak olurdu37. Aynı şekilde, Bayram Kodaman da Millî Mücadele adını verdiği Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Anadolu hareketi hakkındaki ihtilal nitelemesini kabul etmemektedir.Ona göre "…Türk İstiklal Savaşı, metod, şekil ve muhteva yönünden emperyalist devletlerin saldırısına karşı verilmiş millî bir mücadeledir. Kurtuluş Savaşı halk hareketi olmadığı gibi bir iç isyan veya bir ihtilal da değildir."38.
2. Hemen belirtmeliyim ki, Atatürk, sadece Amasya genelgesi hakkında değil 1919-1938 yılları arasındaki hiçbir eylemini ihtilal olarak nitelendirmemiştir. O daha ziyade ihtilal yerine ondan daha geniş anlam içerdiğini düşündüğü inkılap kavramını tercih etmiştir. Nitekim Atatürk, 5 Kasım 1925′de, Ankara Hukuk Mektebi’nin açılışındaki konuşmasında, eylemlerinin adlandırılması konusunda kendi tercihini açıkça yapmış ve Türk inkılabı adını vermiştir39:
"Türk inkılabı nedir? Bu inkılap, kelimenin vehleten ima ettiği ihtilal manasından başka, ondan vasi bir tahavvülü ifade etmektedir. Bugünkü devletimizin şekli, asırlardan beri gelen eski şekilleri bertaraf eden en mütekamil tarz olmuştur."
Bu şekilde, kendi eylemlerini Türk inkılabı olarak adlandıran Atatürk, nihaî amacını da 30 Ağustos 1925′de, Kastamonu’daki konuşmasında, "yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asrî ve bütün mana ve eşkaliyle medenî bir heyet-i içtimaiye haline isal etmektir" şeklinde açıklamıştır40. Ancak, bunu gerçekleştirmek için "bir anda, bir coup" gibi radikal bir tavır sergilenmesi gerektiğini söylerken de “inkılap”dan sözetmiştir41. Hatta, 30 Ağustos 1925 tarihli Kastamonu konuşmasında ise, uğrunda mücadele ettikleri, bütün eylemlerinin meşruiyet kaynağı olan "insanların ruh ve vicdanlarındaki temayülü hakikîye nüfuz etmesini" bilen kişileri "hakikî inkılapçılar" olarak tanımlamıştır42.
Ne var ki Atatürk, kendi eylemini "inkılap" olarak tanımlamaya devam ederken aynı zamanda yapılan işler hakkında "ıslahat" kavramını da kullanmıştır. Mesela, 1 Mart 1924′de, 2.dönem, I. Toplantı yılı açış konuşmasında, malî ve iktisadî işler hakkındaki "ıslahat”in önemine değindikten sonra aynı şekilde, "teşkilat ve ıslahat-ı adliyeye" verilen önemi ifade etmiştir43. Yine 1 Kasım 1924′de, 2.Dönem II.Toplantı yılı açış konuşmasında, "Maarifte başlanılan ıslahat-ı umumiye ve esasiyeye ciddiyetle devam olunmak lazımdır" dedikten sonra "Adliye ıslahat-ı umumiyesindeki isabetli tatbikat”tan sözetmiştir44.
Bu kez Atatürk, 1 Kasım 1925′de, BMM’nde yaptığı açış konuşmasında Türk milletinin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak yönündeki kararlılığına temas ettikten sonra milletin "teceddüd ve ıslahat sahasında gösterdiği gayretlerin asırlardan beri olduğu gibi" boşa gitmemesini istemiştir45. Bundan bir yıl sonra, BMM’nde yaptığı açış konuşmasında ise geçen dönem içinde atılan adımlarla Cumhuriyet yönetiminin bunun sonuçlarını alacak seviyeye ulaştığı müjdesini verirken yapılan işin "radikal ıslahat" olduğunu söylemesi dikkat çekiciydi46. Daha da ilgi çekici olanı, aynı konuşmada, "ıslahat-ı umumiye meyanında" Medenî, Ceza ve Ticaret kanunlarının uygulamaya girdiğinden söz edilmesiydi47. Aynı şekilde, İkinci kez Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, 1 Kasım 1927′de, BMM’nin 3.dönem, I. Toplantı yılı açış konuşmasında cumhuriyetin nasıl bir devlet ortaya çıkardığını anlatırken ıslahattan sözetmiştir48:
"İstiklal, milliyet ve muzafferiyet temellerinden tulü ve kıyam eden cumhuriyet dört sene zarfındaki azimkarane ıslahat ve inkişafatı ile ne kadar sağlam esasata mübteni ve aziz Türk milletinin nasıl candan aradığı bir şekli devlet olduğunu izhar ve ispat eyledi".
Bu kez Atatürk, 1 Kasım 1928′de, 3.dönem II.Toplantı yılı açış konuşmasında dış siyasetten sözederken ıslahat kavramım telafuz etmiştir49:
"Efendiler, Haricî siyasetimizle dürüstlük memleketimizin emniyetine ve inkişafının masuniyetine dikkat, şiarı hareketimize kılavuz olmaktadır (alkışlar). Esaslı ıslahat ve inkişafat içinde bulunan bir memleketin hem kendisinde hem muhitlerinde sulh ve huzuru cidden arzu etmesinden daha kolay izah olunabilecek bir keyfiyyet olamaz".
Bütün bu sözlerden anlıyoruz ki, Atatürk, Cumhuriyet döneminde öncülük ettiği yenilikleri tanımlarken inkılap kavramının yanısıra, ıslahat hatta "radikal ıslahat" kavramlarını kullanmaktan çekinmemiştir.
3. Amasya Genelgesi’ne "ihtilal bildirisi" nitelemesinde bulunulması meselesine gelince, bunun iki boyutu olduğunu görüyoruz. Bunlardan birincisi, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişin ne kadar keskin ve köklü dönüşüm olduğunu göstermek isteyen anlayış sahipleridir. Aynı zamanda bu kişiler, güçlü bir redd-i miras düşüncesindedirler. Bu bakımdan Amasya genelgesi, sembolik anlamda, " keskin ve köklü dönüşümün başlangıcı" olmaktadır. Yani; Amasya genelgesi, adı ister inkılap, ister ihtilal ve isterse devrim olsun, Atatürk’ün önderlik etmiş olduğu köklü bir dönüşüm ve değişim sürecinin adıdır. Bu çalışmada, Amasya genelgesine ihtilal diyen bütün yazarlar, bu gruba girmektedirler50.
İkinci grup anlayış sahipleri, siyasî ve sosyal gelişmeleri "sınıf açısından değerlendiren sosyalistlerdir. Bilindiği gibi, Temmuz 1920′de yapılan III. Komünist Enternasyonal’in ikinci kongresinde, milletlerarası komünizmin milliyetçi-burjuva/burjuva demokratik nitelikteki millî kurtuluş savaşlarının desteklenmesi ve o ülkede kurulacak komünist partinin öncülüğünde zaman içinde gerçekleştirilecek bir ihtilalle "komünist rejim"e dönüştürülmesi şeklindeki Lenin’in görüşü kabul edilmişti51. Bu Leninist görüş, Türk sosyalistleri tarafından o yıllardan itibaren benimsenmiştir. Bundan dolayı Doğan Avcıoğlu52, Bülent Tanör53, Taner Timur54, Attila İlhan55, Doğu Perinçek56 ve Yalçın Küçük57 gibi birçok Türk sosyalist akademisyen ve yazar tarafından genelde Türk inkılabını özelde ise Millî Mücadele hareketiyle birlikte Amasya genelgesini ihtilal kapsamında değerlendirmişlerdir.
Sonuç
Her şeyden önce Amasya genelgesi, Mondros Mütarekesi’nden sonra İtilaf Devletlerinin işgallerine karşı Anadolu’da bölgesel ve perakende başlayan direniş sürecinde ülke çapında merkezî örgütlenmeye duyulan ihtiyacı ilk kez dile getiren bir belgedir. Sanılanın ve iddia edilenin aksine Amasya genelgesi, ne kavram, ne Atatürk’ün sözleri açısından bir ihtilal bildirisi değildir. Öyle ki Atatürk kendi eylemleri hakkında hiçbir zaman ihtilal nitelemesinde bulunmamış ve "Türk inkılabı" demiştir. Bunun dışında, Cumhuriyet sonrası yapılan işler hakkında daha yumuşak bir ifade sayılabilecek "ıslahat" ve "radikal ıslahat" kavramlarını kullanmıştır. Hal böyle iken Amasya genelgesi hakkında "ihtilal" nitelemesinde bulunan bazı kimseler, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin ne kadar köklü/esaslı olduğunu göstermek istemişler ve bazıları da tarihî-toplumsal olayları sınıf açısından değerlendiren sosyalistler gibi ideolojik açıdan zorunluluk duymuşlardır ki, bunların tarihî gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
1 Genelgenin maddeleri için bkz.., Kemal Atatürk, Nutuk, I, 15.Baskı, MEB Yayınları, İstanbul 1987, s.30-31; K.Atatürk, Nutuk III, s.915-916 (Vesika no. 26); Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, Vatan Neşriyat, İstanbul 1953, s.73-74; Ayrıca Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar II, Üçüncü Basım, MEB Yayınları, İstanbul 1991, s.9-12.
2 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi I, Birinci Basım. Bilgi Yayınevi, Ankara 1991, s. 176.
3 A.E. Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, s.69-76.
4 Bu tepkilerin en belirgin biçimi düzenlenen mitinglerdi. Bunların en önemlileri, İstanbul’da, Fatih (19 Mayıs), Üsküdar Doğancılar (20 Mayıs), Kadıköy (22 Mayıs) ile Sultanahmet (23 Mayıs) mitingleri idi. Bunlardan Sultanahmet mitingine 300 bin kişi katılmıştı. Bkz., Kemal Arıburnu. Millî Mücadelede İstanbul Mitingleri, Ankara 1975; H.E. Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı. İstanbul 1962. s.25; İzmir’in işgaline Doğu Anadolu halkı da şiddetli tepki göstermiş ve mitingler düzenlemişti. Bu tepkiler ve mitingler için bkz., Bekir Sıtkı Baykal, "İzmir’in Yunanlılar Tarafından İşgali ve Bu Olayın Doğu Anadolu’daki Tepkileri". Belleten, XXXIII/32, Ankara 1969, s.517-535.
5 Mustafa Budak, İdealden Gerçeğe Misak-ı Millî’den Lozan’a Dış Politika. Birinci Basım. Küre Yayınları, İstanbul 2002, s.73-82.
6 Bu değerlendirmeyi aslında, bizden çok önceleri hatıralarında Ali Fuat Cebesoy yapmıştı: "…Amasya içtimai ve mukarreratının ehemmiyet ve hususiyeti çok daha başkadır. Münferit ve mıntıkavi teşebbüsler birleştirilmiş, bütün milletin istiklal ve vatanımızın uğradığı tehlike etrafında müttehit olduğu gerek harice ve gerekse dahile gösterilmiştir.", A.F.Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, s.76.
7 Türk Hukuk Lügati, Türk Hukuk Kurumu Yayınlan, Maarif Matbaası. Ankara 1944, s. 152.
8 Türkçe Sözlük I, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1988, s.686.
9 Bu değerlendirmede bulunan İbrahim Kafesoğlu, inkılabı, "bir toplulukta sosyal ve kültürel alanlarda bazı değişiklikler meydana gelme hali" şeklinde Batı dillerindeki "evolution" karşılığında kullanmaktadır. Bkz, Î. Kafesoğlu-Mehmet Saray, Atatürk İlkeleri ve Dayandığı Tarihî Temeller, Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı, İstanbul 1983, s.6-7.
10 Tabii olarak inkılap, S. Özçelik’e göre, "Bir isyan ve ihtilal hareketi olmaksızın seller gibi kanlar dökülmeksizin cemiyetin idrak ettiği değişikliklerdir". Yani inkılap, evolution kelimesinin karşılığıdır. Bkz., S.Özçelik, İnkılap Tarihi (Ders Notları), Filiz Kitabevi, İstanbul 1978, s.3-7; Atatürk döneminin önemli hukukçularından Mahmut Esat Bozkurt da radikal bir söylemle yazdığı konuyla ilgili eserinde, evolution karşıtı olarak "mevcut bir durumun birdenbire sarsılması ve esasından değişmesi anlamındaki bir olayı ihtilal olarak görürken siyasî ihtilale ise "anayasanın, yasal, düzenli yöntemlerle yapılan değişiklikler yerine birdenbire ortadan kaldırılması, yıkılması" anlamını vermektedir. Bkz., M. Esat Bozkurt, Atatürk ihtilali, 3. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul 1995, s.39.
11 Yalnız Kübalı bu tanımı yapmakla beraber ihtilal hareketinin işin başında daha geniş nitelik taşıyan devrimin öncüsü olabileceği gibi sosyo-ekonomik huzursuzlukların ve ideolojik etkenlerin yardımıyla bir devrim niteliğini sonradan alabileceği düşünmektedir. Bu bağlamda Kubalı’nın ihtilal tanımı "devrimi gerçekleştirmek üzere mevcut otoriteye karşı zora ve silaha başvuran hareket" olmaktadır. Bkz., H.N.Kübalı, Türk Devrim Tarih Dersleri, Birinci Kitap, Temel Bilgiler, Kurulmuş Matbaası, İstanbul 1973, s.53.
12 Akçura, "Rusya İhtilaline Dair", Şura-yı Ümmet, s.48′den naklen Francois Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri – Yusuf Akçura- (1876-1935), Çeviren: Alev Er, Yurt Yayınları. Ankara 1986, s.72-73.
13 Ahmet Mumcu. Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, Dördüncü Baskı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınlan. Ankara 1976, s.2.
14 S.Selek. Anadolu İhtilali. 6.Basım, Cem Yayınevi, İstanbul 1976, s.220-221.
15 Y. Abadan, Türk İnkılabı Tarihi Notları, Ulus Basımevi, Ankara 1951, s.4-5.
16 Y. Abadan. a.g.e., s. 15-17. Oysa, Yavuz Abadan, 1938′de, İstanbul Eminönü Halkevi’nde verdiği bir konferansta, Atatürk’ün eylemleri için sadece "inkılap" kavramını kullanıyordu. Bkz., Y. Abadan, İnkılap ve İnkılapçılık, Eminönü Halkevi Konferansları, İstanbul 1938. s.7-16.
17 Bu yönüyle, H.Eroğlu, H.Nail Kübalı ile aynı düşüncedir. Bkz.. H.Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş Dördüncü Basım, Ankara 1974, s.5-6.
18 H. Eroğlu. a.g.e., s.7-9.
19 T.Ateş, Türk Devrim Tarihi, İstanbul 1980, $32.
20 Ayrıca, “Artık İstanbul Anadolu’ya hakim değil tabi olmak mecburiyetindedir” sözünü Anadolu da yeni ve millî bir Türk hükümetinin tesis kararının kat "iliği" şeklinde yorumlanmıştı. Bkz., Tarih IV Türkiye Cumhuriyeti Tarihi. Devlet Matbaası, İstanbul 1931. s.34-35.
21 M. Esat Bozkurt. adı geçen ederinde daha ziyade “Türk İhtilali"nden söz etmekte ve zaman zaman da Atatürk İhtilali” demektedir. Bkz.. M. Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, 3.Basım. Kaynak Yayınları. İstanbul 1995, s.53. 160 ve 284-288. Millî Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Atatürk’ün yakınında bulunmuş olan Tevfik Bıyıklıoğlu da, daha sonraları yazdığı bir makalede, Anadolu hareketi ve TBMM’nin o dönemdeki hukuki statüsü hakkında "ihtilal’ nitelemesinde bulunmakta ve sık sık "Anadolu ihtilali demektedir. Bkz., T. Bıyıklıoğlu, "Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Hukuki Statüsü ve İhtilalci Karakteri", Belleten, XX1V, 96. Ekim 1960, s.637-663.
22 İlgi çekicidir ki, Karal, Amasya genelgesine "Amasya Yazısı" demektedir. Ona göre "Amasya yazısı, millî hakimiyet yolunda atılmış bir ilk adımdır.". E.Z. Karal, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi (1918-1945), MEB Basımevi, İstanbul 1945. s.26-27.
23 "Amasya Tamimi, inkılap iradesinin ilk hukukî ifadesi olarak millî hareketin ve millî hareketlerle başlayan hukukî tanzîm faaliyetlerinin başlangıcıdır.", Y.Abadan, a.g.e.. s.52.
24 E. Behnan Şapolyo, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 3.Baskı, Rafet Zaimler Kitabevi, İstanbul 1966, s.33; Ne var ki Şapolyo dönemle ilgili bir başka eserinde "Anadolu ihtilali"nden söz etmiştir. Bkz., E.B.Şapolyo, Mustafa Kemal Paşa ve Millî Mücadelenin İç Alemi, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1967, s.65, 79 ve 96.
25 D. Ergil, Millî Mücadelenin Sosyal Tarihi, Turhan Kitabevi, Ankara 1981, s. 114.
26 “Amasya Tamimi ile Türk devriminin aksiyon safhası, yani ihtilal su yüzüne çıkmış, millî hakimiyet ve millî istiklale dayanan millî hareket haksızlığa karşı bir isyan parolası olarak belirtmiştir. Amasya Tamimi, bir ihtilal beyannamesidir.”, H.Eroğlu, a.g.e., s. 91; H.Eroğlu, bu görüşünü, daha sonra sunduğu bir kongre bildirisinde keskin bir şekilde dile getirmişti. H.Eroğlu, "Amasya Tamiminin Hukukî ve Siyasî Önemi", VII.Türk Tarih Kongresi, (Ankara 25-29 Eylül 1970) Kongreye Sunulan Bildiriler, TTK Yayını, Ankara 1973, s.853-865.
27 S.Selek, Haziran 1919′daki gelişmelerden sürekli İhtilal diye sözetmektedir. Onun için Amasya’da alınan kararlar, "Anadolu ihtilalinin bildirisi niteliğinde idi." Bkz., S.Selek, Anadolu İhtilali, s. 251-261.
28 "Amasya Tamiminin yayınlandığı gün Anadolu ihtilalinin gerçek başlangıç tarihidir", A. Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, s. 38-39.
29 Sonyel, açıkça Amasya genelgesine "ihtilal bildirisi" nitelemesinde bulunmamasına rağmen genelgenin "ihtilalci önderler" tarafından imzalandığını yazmaktadır. S.R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, TTK Yayını, Ankara 1973, s. 80-81.
30 E. Aybars, Amasya genelgesi için aynı kitabının bir yerinde "inkılab bildirisi" derken, diğer sayfada Amasya’da "ulusal ihtilal kararlan" alındığından özetmektedir. Bkz., E. Aybars, Türkiye umhuriyeti Tarihi I, 2bası. Ankara 1990. s. 164-165.
31 Her ne kadar Suna Kili. Amasya genelgesini "ihtilal bildirisi" olarak değerlendirmekle beraber aynı yerde ayrıca, genelgenin "bağımsızlık bildirisi" olduğunu da belirtmektedir. Bkz.. S Kili, Türk Devrim Tarihi, Tekin Yayınevi, İstanbul 1982, s. 24.
32 "İstanbul hükümetinin güçsüzlüğünün vurgulanmasından sonra yerine millî bir kurulun oluşturulmasının zorunlu görülmesi genelgeye ihtilal bildirisi niteliğini kazandırmaktadır.". A. İ. Gencer – S. Özel, Türk İnkılap Tarihi, İkinci Basım, Der Yayınları. İstanbul 1994, s. 104.
33 Ancak Mustafa Kemal Paşa, bu tek amacın millî mücadelenin başarıya ulaşmaya başlamasıyla birlikte farklı bir surece girdiğini şu sözlerle ifade etmişti: "bu millî mücadelenin muvaffakiyete iktiran ettikçe safha safha bugünkü devre kadar irade-i milliye idaresinin bütün esasat ve eşkalini tahakkuk ettirmesi tabii ve gayri kabili içtinap bir seyri tarihi idi." K.Atatürk, Nutuk I, s. 15.
34 Kemal Atatürk, Nutuk I, 15.Baskı. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1987, s.30.
35 Vesika No. 19, K. Atatürk, Nutuk III, s.910-911.
36 Bu yeni iktidar odağına giden tedricî süreci, bizatihi Mustafa Kemal Paşa şu sözleriyle ifade etmişti: "…bu millî mücadelenin muvaffakiyete iktiran ettikçe safha safha bugünkü devre kadar irade-i milliye idaresinin bütün esasat ve eşkalini tahakkuk ettirmesi tabii ve gayri kabili içtinap bir seyri tarihi idi", K.Atatürk, Nutuk, I, s. 15.
37 Bunun sebebini Aydemir, şu sözlerle açıklamaktadır: "Çünkü Türk Millî Kurtuluş Hareketi, sadece siyasî bir darbe ve siyasî iktidar değişmesi gibi kısa süreli ve geçici bir gelişme olmadığı gibi Gazi de ihtilalci olmaktan ziyade inkılapçıdır. Yani, uzun süreli, toplumun yapısında temel değişmeleri, keyfiyet değişikliklerini hedef tutan bir hareketin öncüsüdür", Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Mustafa Kemal (1922-1938), III, Remzi Kitabevi, Ankara 1965, s.191.
38 B.Kodaman, "Millî Mücadele’nin Tarihî ve Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi", Millî Mücadelede Amasya Sempozyumu, 20-22 Haziran 1986, Samsun 1986, s.26.
39 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bundan sonra ASD), II (I-III), Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1997, s. 249.
40 ASD, II, s. 224
41 E.Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, Milli Eğitim Basımevi. İstanbul 1986, s.44.
42 ASD, II, s. 224.
43 ASD, I, s. 346-347.
44 ASD, I, s. 352-353.
45 ASD, I, s.356.
46 "İçtimai bünyemizin hiçbir hadisesini, hiçbir derdini yarım tedbirlerle uyuşturmak şiarında ve istidadında olmayan Cumhuriyet, tevessül ettiği radikal ıslahatın ilk devrelerini geçirmiş ve günden güne artacak semerelerini iktitaf etmek devrine girmiştir.". ASD, I, s.362.
47 ASD, I, s.363.
48 ASD, I, s.372.
49 ASD, I, s.374.
50 Aslında bu yazarların çoğunun pozitivist geleneğe bağlı kimseler olduğu dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda Şerif Mardin’in çoğunlukla vulgarize bir pozitivist anlayışa sahip Jön Türklerin devlet ve topluma bir "içtimai tabip" gözüyle bakmaları hakkındaki şu değerlendirmesi, anlamlı olup bu düşüncenin bugünkü sözünü ettiğimiz varislerini de doğru bir şekilde anlatmaktadır: : "Bu çerçeve, tarihî gelişim sürecine yer vermemektedir. Devlet bazen hastalanır, amma o hastalığın tarihî bir boyutu yoktur. Hastalıklar farklı olabilir, fakat bir zaman-tarih çizgisi boyunda şekillenmez. Bu yaklaşımda tarih katlarının açığa çıkması (unfolding of history) şeklinde bir görüş açısı eksiktir.", Ş.Mardin, Jön Türklerin Siyasî Fikirleri 1895-1908, 2.Basılış, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 17.
51 Bu komünist stratejinin özlü bir anlatımı için bkz., Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasî Tarihi, 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1984, s.308-309; Marksist açıdan yazılmış bir Türk Millî Mücadele Tarihi için bkz., A.M. Şamsutdinov, Mondros’tan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923, Çeviren: Ataol Behramoğlu, Doğan Kitap, İstanbul 1999.
52 Türk millî mücadele hareketini "millî kurtuluş devrimi" olarak niteleyerek hareketin "sınıfsal yapısı"nı araştıran Doğan Avcıoğlu, aynı zamanda Amasya Genelgesi’nin hazırlandığı dönemdeki gelişmeleri "ihtilal" şeklinde değerlendirmektedir. D. Avcıoğlu, Millî Kurtuluş Tarihi, III, İstanbul 1974, s. 1203 vd.
53 Bülent Tanör de Anadolu hareketinin "sınıfsal" gerçeğine dikkat çekmektedir. B. Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 9. baskı, Yapı Kredi Yayınlan, İstanbul 2002, s.228-233.
54 Taner Timur, daha açık bir şekilde, " Türk Devrimi"ni sınıf gerçeğinden hareketle değerlendirmiştir. Bkz., Türk Devrimi ve Sonrası, 3. Baskı, İmge Yayınevi, Ankara 1994, s. 57-95.
55 Atilla İlhan ise Millî mücadele hareketini " Anadolu ihtilali" olarak şu sözleriyle değerlendirmektedir: " Yapısı, teokratik ve feodal, durumu yarı sömürge, egemenliği sultan, saray aristokrasisi ve işbirlikçisi komprador burjuvazisi bir ülkede halkın kayıtsız şartsız egemenliğini kurmak, yani iktidarın yapısal niteliğini halk lehine değiştirmek!", A.İlhan, Hangi Atatürk, Birinci basım, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1981, s. 128-129.
56 İhtilalci tavrın en açık ve sert anlatımı Doğu Perinçek’e aittir: "Kemalizm burjuvazinin ideolojisidir. Biz ise Marksistiz. Biz bir ideoloji olarak Kemalizmi savunmuyoruz, Ama biz Kemalistlerin önderlik ettikleri Millî Kurtuluş Savaşımızı halkımızın devrimci tarihinin bir parçası olarak görüyor ve bu devrimci mirası savunuyoruz.", Bkz., D. Perinçek, Kemalist Devrim, 2.baskı, Aydınlık Yayınları, İstanbul 1979, s.95.
57 "Mustafa Kemal, kendi sınıfsal konumunda liderliğini yaptığını burjuva-demokratik devrimde gerçekten çok büyük bir lider….. Bugün işçi sınıfının siyasal hareketi olmasa Türkiye hiçbir zaman işçi sınıfının müttefiki emekçilerle kuracağı iktidar dönemini göremez. Bu dönem gelecek. Geldiği zaman da "resmi" tarih de yeniden yazılacak. Bu tarihte Mustafa Kemal’in yeri ve konumu zamanında işçi sınıfının siyasal hareketi içinde yer alan ve zindanlara layık görülenlere göre değerlendirilecek", Bkz., Y. Küçük, Türkiye Üzerine Tezler (1908-1978), Tekin Yayınevi, İstanbul 1978, s. 14.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder